Çetin Altan Kimdir? Nerelidir?

Çetin Altan Kimdir? – Çetin Altan Evi Nerede? – Çetin Altan Nereli?

Çetin Altan kimdir?, Çetin Altan kaç yaşında?, Çetin Altan evi nerede?, Çetin Altan nerelidir? Çetin Altan ev adresi?, Çetin Altan kaç yaşında?, Çetin Altan nerede oturuyor?, Çetin Altan nerede yaşıyor? gibi sorularınızı yanıtlamak için Çetin Altan hakkında ayrıntılı bir biyografi sayfasını siz değerli okurlarımız için bir araya getirdik. 22.Haziran.192722.Ekim.2015 senesinde doğan Çetin Altan şu an için 88 yaşında ve Yengeç burcundandır. Çetin Altan doğum yeri ise İstanbulİstanbul olarak bilinmektedir. Meslek yaşamını ise Tiyatro YazarıGazeteciYazarBakan olarak devam ettirmektedir.

Çetin Altan Kimdir?, evi nerede?

Yazar, gazeteci, köşe yazarı, oyun yazarı ve eski milletvekili. Dünyanın en fazla köşe yazısı yazmış yazarlarındandır. Gezi, anı, inceleme, deneme, polisiye ve biyografi olmak üzere bir çok değişik türde eserler vermiş olan Altan’ın 6 romanı ve tümü sahnelenmiş sayısız tiyatro oyunu da bulunmaktadır.

Çetin Altan, 22 Haziran1927 tarihinde Nurhayat Altan ve Halit Altan’ın oğlu olarak İstanbul‘da dünyaya geldi. Galatasaray Lisesi‘ndeki eğitimini bitirdiktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi‘ni kazanan Çetin Altan’ın gazetecilik kariyeri, mezun olduktan hemen sonra Ulus Gazetesi’nde muhabir olarak başladı. 1943 ve 1944 senelerı içerisinde Çınaraltı, Varlık, İstanbul ve Kaynak dergilerinde şiirleri ve düz yazıları yayına giren Çetin Altan, ilk kitabı Üçüncü Mevki‘yi 1946‘da okurlarla bir araya getirdi. Ulus Gazetesi’nden sonra Hür Ses’de fıkra yazarlığı yapmaya başlayan Altan, daha sonra Halkçı, Tan, Akşam, Milliyet, Yeni Ortam, Hürriyet, Güneş gazetelerinde ve Çarşaf dergisinde köşe yazıları yazdı.

Güçlü kalemiyle adını kısa bir sürede açıkladıktan sonra 1959 senesinde Abdi İpekçi‘nin teklifi üzerine Peyami Safa‘nın yerine Milliyet Gazetesi‘nde yazmaya başladı. Çetin Altan, politikayla da yakında zamandan alakalıydi ve İşçi Partisi’ndeydi. 1965 seçimlerinde aldığı yüzde iki buçuk oy ile meclise onun üzerinde milletvekili sokan Türkiye İşçi Parti’sinin en tanınmış isimlerinden biriydi. O dönem radyodan yayına giren meclis konuşmalarıyla ilgi çeken Altan’ın yazıları da her ideolojiden insan tarafından büyük ilgiyle takip ediliyordu. Altan, mecliste yaptığı ateşli konuşmalardan birinin sonrasında Adalet Partili milletvekileri tarafından linç edilmek istenmiş, aldığı darbelerden dolayı bir gözünde kalıcı hasar oluşmuştu. Önce dokunulmazlığı kaldırılan, sonra da iade edilen ilk milletvekili olan Altan, bu zaman içindeki anılarını “Ben Milletvekiliyken” isimli kitabında toplamıştı.

12 Mart darbesi ile birlikte cezaevine giren Çetin Altan, daha sonra 12 Mart’la alakalı olarak yazılan ilk roman niteliği taşıyan Büyük Gözaltı‘yı yayımladı. 1972‘de okurla buluşan roman 1975‘e kadar beş baskı yapacaktı. Büyük Gözaltı, 1973 senesinde Altan’a Orhan Kemal ödülünü kazandırdı. Altan’ın dört romanı mevcuttur: Büyük Gözaltı (1973 Orhan Kemal Ödülü), Bir Avuç Gökyüzü, Viski ve Küçük Bahçe. Dördü de Fransızcaya çevrilen bu eserlerden Büyük Gözaltı İsveçce, Yunanca, Bulgarca ve İspanyolca; Bir Avuç Gökyüzü ise İspanyolca ve Rumence dillerinde yayınlandı. Büyük Gözaltı Fransız liselerinde seçmeli ders kitabı olarak okutuldu.

Altan’ın 60’lı ve 70’li senelerdaki köşe yazıları, Taş, Sömürücülerle Savaş, Suçlanan Yazılar, ‘Kahrolsun Komünizm’ Diye Diye, Onlar Uyanırken, Kopuk Kopuk, Geçip Giderken,
Gölgelerin Gölgesi, Şeytanın Aynaları, Nar Çekirdekleri adlı kitaplarda toplandı. Bu kitaplardan Bir Yumak İnsan, 1978 senesinde Türk Dil Kurumu ödülünün sahibi oldu.

Çetin Altan, tümü oynanmış olan bir çok tiyatro oyununa da imza attı. Bunlardan; Çemberler, Mor Defter, Suçlular, Dilekçe ve Tahtaravalli isimli oyunları basıldı. Beybaba, Yedinci Köpek, Islıkçı ve Telefon Kimin İçin Çalıyor ise basılmadı. Çetin Altan, Aşk Sanat ve Servet ve Atatürk’ün Sosyal Görüşleri adlı iki inceleme kitabı da yayımladı. Türk edebiyatında pek örneği bulunmayan polisiye türünde de yazmış olan Altan’ın
Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri adlı eseri buna örnekti. Zurnada Peşrev Olmaz‘da mizahi yazılarını toplayan Altan, 2027 Yılının Anıları isminde bir fütürist çalışmaya da imza attı.

Tüm yapıtlarından emsallarin toplandığı “Seçmeler” 1992‘de yayımlandı. 1997‘de Seçmeler genişletilerek “Dünyada Bırakılmış Mektuplar” adıyla tekrarlandı. Son 15 yılın günlük gazete yazıları da “Şeytanın Gör Dediği” kitabıyla okuyucuya ulaştı. Yazar son olarak 2006 senesinde çocuklar için özel bir yapıtı gerçekleştirdi, “Alfabe”.

Yazıları sebebiyle hakkında 300’e yakın açılmış dava bulunan Çetin Altan, 3 kez tutuklanmış ve 2 yıl süreyle de cezaevinde yatmıştır. En son hakkında 159. maddeye dayanılarak açılan davada tek celsede beraat etmiş olan Altan’ın kendisi gibi yazar olan Mehmet Altan ve Ahmet Altan isimlerinde iki oğlu, Zeynep Bakan adında bir kızı mevcuttur.

Bir Avuç Gökyüzü, Küçük Bahçe, Büyük Gözaltı, Viski, Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri ve Aşk, Sanat ve Servet isimlerinde yayımlanmış altı romanı bulunan Altan, gezi, anı, biyografi, mizah ve deneme türünde de birden fazla kitaba imzasını atmıştır. Altan, Sabah Gazetesi’nde “Şeytanın Gör Dediği” adındaki köşesinde yazılar yazdı.

İlk eşi Kerime Altan vefat etmiştir. Çetin Altan, Solmaz Kâmuran ile evlidir.

Çetin Altan’ın hayat hikâyesi, 1998 senesinde eşi Solmaz Kâmuran tarafından “İpek Böceği Cinayeti” adlı kitapta kaleme alınmıştır.

Çetin Altan, 22 Ekim 2015 tarihinde İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede yaşamını 88 yaşında kaybetti.

Eserleri:
Roman :
1972 – Büyük Gözaltı – 1973 Orhan Kemal Roman Armağanı
1974 – Bir Avuç Gökyüzü
1975 – Viski
1978 – Küçük Bahçe
1985 – Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri
1998 – Aşk, Sanat ve Servet

Şiir :
1946 – Üçüncü Mevki

Öykü :
1997 – Dünyada Bırakılmış Mektuplar
2009 – Kalem Bahçelerinden Yedi Hayat

Oyun :
1960 – Beybaba
1964 – Yedinci Köpek
1964 – Çemberler
1965 – Mor Defter
1965 – Suçlular
1966 – Dilekçe ve Tahtırevalli
1969 – Komisyon
1977 – Islıkçı
2001 – Bütün Tiyatro Eserleri

Anı :
1971 – Ben Milletvekili İken
1977 – Bir Yumak İnsan
1999 – Kavak Yelleri ve Kasırgalar
2001 – İyi ki Şu Köyceğiz Var

Gezi :
1965 – Bir Uçtan Bir Uca
1981 – Al İşte İstanbul

Deneme :
1965 – Atatürk’ün Sosyal Görüşleri
1991 – Öldürülmüş Şehzadeler ve Devrilmiş Padişahlar
1991 – İdam Edilen 44 Vezir-i Azamın Dramı
1997 – Şeytanın Gör Dediği
1998 – Kadın, Işık ve Ateş
2000 – Yeryüzü Tanrıçaları
2000 – Kullar ve Sultanlar
2001 – 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10
2003 – Enseyi Karartmayın
2004 – Uçuk

Mizah :
1964 – Taş
1965 – Sömürücülerle Savaşı
1967 – Onlar Uyanırken
1968 – Geçip Giderken
1970 – Kopuk Kopuk
1970 – Suçlanan Yazılar
1976 – Kahrolsun Komünizm Diye Diye
1976 – Nar Çekirdekleri
1978 – Zurna’da Peşrev Olmaz
1981 – Gölgelerin Gölgesi
1982 – Şeytan Aynaları
1985 – 2027 Yılının Anıları
1999 – Sobe

Çocuk :
2006 – Alfabe

Çeviri :
1962 – Aptal Kız

Sami Başaran’ın Çetin Altan’la Düşünen Siyaset Dergisi İçin Yaptığı Röportaj

A. Sami Başaran: Tarihi değerlendirirken objektif olmakta güçlük çekiyoruz. Olayların değerlendirilmesini tarih sayfaları içinde kalarak değil de, günümüzde sahip olduğumuz düşünce tarzına göre yönlen­diri­yoruz. Siz bunu toplum yönünden nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çetin Altan: Toplumlarda tarih bilinci fakat belirli bir düzeye gelin­diği zaman uyanır. Aslını söylemek gerekirse tarih bilinci tarih bilgisiyle karıştı­rılmamalı. Yani tarih bilinci, tarihin değerini, önemini ve bundan öte tadını kendi­sinden vazgeçmeyecek bir halde kavramaktır. Bir “yaşam lâboratuvarı” gibi. Anlatabiliyor muyum? Bilgi değişik bir şey… Tarih bilgisi de öyle. Bilgi bireysel kalır. Bilinç daha çok toplumsaldır. Şimdi bizde tarihi doğru ve objektif yazabilecek tarihçi kadrolar yok. Böyle olunca tarih bi­linci toplumda gelişmemiş.
Tarihte, yaşanmış olan gerçek tarihin karşısında bir de yapay ve çar­pıtılmış bir tarih daha karşımıza çıkar. Bunun gerçekle alakası yok. Ba­zen kompleksle şişirilmiş, arada bir de gizlenmiştir. Aynı za­manda buna yapay tarih de diyebiliriz. Ne enteresantır ki, geçmişin gerçeklerini bir türlü gündeme getirmek istemiyoruz. Yani gündeme getirilse bile farklı getiri­liyor. Öyle oluyor ki, bir monarşi düzeni karşımıza, demokrasiden daha şaşaalı ve göz alıcımış gibi çıkarılıyor.
Geçmiş çok görkemliydi, halimiz ise ne kadar kötü vesselam türün­den laflarla ne çağdaş olabiliriz, ne de Cumhuriyetçi.
Osmanlı tarihine incelediğimizde öyle geniş kitlelere mal olmuş bir yanı yoktur. İncelerseniz görürsünüz, hiçbir bölümün incelenmemiş, didik didik edilmemiştir. Atalarımız büyüktü, şu savaşta şu kadar şehit verdik tü­ründen şeyler falan.
Tarih, genişleyen ya da daralan sınırlardan ibaret değildir. Vak­tiyle yaşanmış siyasi entrikalar incelendiğinde aslında günümüz siya­set kav­gasının kimlerden miras kaldığı ortaya çıkacaktır.

A. Sami Başaran: Osmanlı imparatorluğunun kuruluş ideolo­jisi hakkındaki düşünceleriniz…

Çetin Altan: Osmanlı’nın kuruluş tarihi net belli değil ki. Bir belgeye dayanmıyor ki. Ayrıca Osmanlı’nın ideolojisi falan yok. Osmanlı tarihi, üzerinde çok inceleyerek çalışılmış, işlenmiş, bir ta­rih değil ki. Hep ya­bancı kaynaklardan yararlanmışız. Hiç kimsenin can güvenliğinin bu­lunmadığı büyük bir imparatorluk. Ne hünkâ­rın, ne şehzadelerin ne de vezir-i âzamların can güvenliği var. Hangi yönden bakarsanız bakın, anlamsız ölümler karşınıza çıkar. Üstelik padişahların hemen hepsi kuvvetli bir ozan. Anlamak zor.
Yani Osmanlı devleti hiç yoktan varolmuş bir devlet. Öyle sade­ce egemenlik falan el değiştirmiş değil. Yoktan ortaya çıkmış bir devlet. Osmanlı’nın dünya tarihi içindeki yerini belirlememiz, fakat kaprisler­den, komplekslerden uzak bir halde belirlememiz, tarihsel bilincin ob­jektif olarak gelişmesi için şarttır.
Aynı zamanda öyle çok eski bir tarihimiz de yok. Çok yeni bir toplu­muz. Tarihimiz de çok yeni. Öyle ilk bakışta olumlu olmayan gibi, ama bu bize bir dinamizm veriyor. Osmanlı tarihini çok eski görmemek lazım.

A. Sami Başaran: Osmanlı Şeriat devleti miydi?

Çetin Altan: Hayır ne şeriatı… Şeriat devletinde adam yaşamını kaybettirülür mü? Hem de iki yaşındaki çocuklar. Olur mu öyle şey?

A. Sami Başaran: Bir dergideki röportajda İlber Ortaylı sizin “otuz altı padişahtan on dördü devrilmiştir.” sözünüze verdiği cevapta; “… Adam seçimle gelmemiş ki devrildiği için üzülüyorsun!.. 1960’ta bir hükümetin devrilmesine alkış tutan insanlar, bugün tarih yorumluyor! 1960 ayıp bir şeydir, 1972’de ayıp bir şeydir…” şeklinde yanıt veriyor.

Çetin Altan: Ben solcuyum, soldan gelen her şeyi savunurum. 1982 Anayasası ile 1960 Anayasasını karşı karşıya geldirın.

A. Sami Başaran: Kardeş katli hususunda değişik düşüncelere sa­hip­siniz. Fakat bazı kimselerin, bunu belgesiz bir iddia olarak değer­lendirmesiyle birlikte, bazıları da varlığını doğrulamakla birlikte, kargaşayı ve saltanat kavgasını önlemek için uygulanabileceğini, hatta Fatih Kanunnamesi’nde de fakat belli şart­larda caiz yer alacağının belir­tildiği görüşüne dayanarak kendi fikirlerini savunuyorlar.

Çetin Altan: Değişik düşüncem falan yok. İnsan insanı yaşamını kaybettir­düğü zaman ben buna karşıyım kardeşim. Ben hukukçuyum.
Bir kere Ekber Evlat’tır diğer bütün dini etkilerde, soylu, büyük evlat yönetime geçer. Burada kim kimi yaşamını kaybettirürse yönetime geçer. Fatih, niye 19 yaşındayken iki yaşındaki kardeşini yaşamını kaybettirdü? O zaman daha çıkar­mamıştı fermanı. Kendisi tahta çıkar çıkmaz. II. Murat yaşamını kaybettiğü vakit Edirne’de iki yaşındaydı kardeşi Ahmet. Onu boğdurdu bera­ber cenaze­sini gönderdi babasıyla. İki yaşındaki çocuk mu onun önüne geçecekti yani? I. Murat’tır ilk oğlunu yaşamını kaybettiren, Savcı Bey’i. Osman Bey de amca­sını yaşamını kaybettirmüştür, Dündar Bey’i. Yani düzen olsun diye mi yaşamını kaybettirüyor­lardı bunları? Siyaset kavgasında kardeşi dahi gözü görmüyor. Ne hırstır bu? Ne olacak yani padişah olmak çok mu mühimydi? Gutenberg olmak da mühimdir. Niye ille de padişah olmak çok mühim diye sunuluyor. Sanki çok yararı doku­nuyor yönetilenlere gibi. Bir de yönetilenlere sor­mak lazım. Bakalım çok tatmin muydular o yönetimden fazla mem­nundular da o za­man niye baş kaldırıyorlardı ikide bir?

A. Sami Başaran: Osmanlı padişahları hakkındaki düşünceler… Fa­tih’in Hıristiyan olması, harem, içki vs. Ne düşünüyorsunuz?

Çetin Altan: Osmanlı’yla övünen bir adamın bu dünya çapında yaşama hakkı yoktur. Tarihle övünmez insanlar. Artı getiren insanlarla övünür­ler. O da bilim alanında olur. Siyasetle övünülmez hayatta. Bilim tari­hiyle, sanat tarihiyle övünülür. İnsanlığın ortak malıdır bunlar. Siyaset tarihi insanlığın ortak malı değildir. Anlatabiliyor mu­yum? Siyaset tari­hiyle övünülmez. Medeni bir adam kalkar da siya­set tarihiyle övünür mü ya? Bilim tarihi bütün insanlığın parçasıdır. Hayatını kolaylaştırmak için Edison’undan, Galile’sinden Kopernik’ine kadar insanlığın yaşamını güzelleştirme çabalarıdır bunlar. Siyasi tarih nedir? Yöneticiler var. Yö­netilenlerin tarihini kimse yazıyor mu? Niye yöneticilerle övünecek yö­netilen bir adam? Ne anlama geliyor bu? Gayet saçma ama… Siyaset ta­rihi ile övünülmez.
Siyasi tarihler olsa olsa yönetimlerin nereden nereye geldiğinin bir kriterini ortaya koyduğu için enteresan olabilir. Yöneten yönetilen kalmadığı bir döneme geçiyor artık yeryüzü. Yönetenler daha avan­tajlıdır, yöneti­lenler değildir. Adam bizi daha güzel yönetir. Niye daha güzel yönetecek başka bir adam. Aynı zamanda yaşıyorsun. Nereden belli ki beni daha güzel yöneteceği. Kendi söylüyor. Bunun tarihi olur mu Allan aşkına? Bunu tespit etmek için nereden nereyi görüyor insanlık, o açıdan enteresan olabilir. Ama övünülmek hikâyesi değildir bu. İnsan siyasi tarihle övünmez. Bi­rileri kalkacak yirmi beş bin gün yaşayan insanlar kendilerini hiç ilgilen­dirmeyen dönemlerin yöneti­ci insanlarıyla övünmeye kalkacak kadar salak ise bunun bir başka amacı olması gerekir. Değil mi? O zaman amacı görmek gerekir. Niye bunları övündürmeye çalışıyorsunuz diye? Böyle bilim olmaz. Çünkü eğer senin silah teknolojin kök aşama yapa­madıysa, köylü taburlara dayanıyorsa, köylü taburlarını bundan öncekilerdekiler kahramandı diye koşullandırman gerekir. Buna hakkın var mıdır? Ola­maz… Demek ki dünden başlamak gerekiyor.
Ben monarşileri sevmem. Ben Cumhuriyetçiyim, anlatabildim mi? Bizde, Cumhuriyet dönemi, monarşi dönemlerinin egemenler despotlu­ğundan kendini kurtaramadı. Ankara’da devleti yönetecek kadrolar Osmanlı’dan taşındı. Onlar da eskiden bildiklerini yeniden okumaya ko­yulmuştu diyordu, Yakup Kadri.
İmparatorlukların olumlu yönü yoktur. Yalnızca yönetenler için mevcuttur.

A. Sami Başaran: Osmanlı’nın olumlu yönü yok mu diyorsunuz?

Çetin Altan: Yoktur.

A. Sami Başaran: Çok kesin bir halde öyle mi?

Çetin Altan: Kesin şeklide Osmanlı’nın olumlu yönü yoktur. Olumlu yönü olan şey devam eder çünkü… Güneş olumlu olduğu için sürüyor, yıldızlar olumlu olduğu için sürüyor.

A. Sami Başaran: Siyaset bilimi teorilerinde devletlerin belli bir aşama kaydettiği ve sonuçta çöktüğü yönündeki görüşler mevcuttur. Toynbee’nin devletle alakalı teorisi…

Çetin Altan: O zaman devlet meselesi o kadar mühim değildir. Devlet var ama yine şu sırada.

A. Sami Başaran: O zaman size göre hiçbir devlet aslında olumlu değil, diyebilir miyiz?

Çetin Altan: Değildir… Hayır değildir. Devletler olumlu değildir.

A. Sami Başaran: Anarşist bir düşünce oluyor.

Çetin Altan: Hayır. Devletler olumlu şundan değildir. Teknoloji olumludur. Teknoloji aşıldığı zaman devletler de değişir. O zaman tek­nolojiyi ön plana almak gerekir, devletleri değil. Devletler neye göre de­ğişiyor? Peki yapıları… İmparatorluk, cumhu­riyet, demokrasi, Avrupa Birliği, Avrupa vatandaşlığı… Neye göre değişiyor bunlar? Teknolojiye göre değişiyor. Değişen şeyler olumlu değildir çünkü, olumlu olan tek­nolojidir. Anlatabildim mi?

A. Sami Başaran: Laikliği iki boyutu ile ele aldığımızda din ile dev­let işlerinin birbirinden ayrılması ve din ve vicdan hürriyeti, olarak bir bütün olarak algılamak gerekir. Bu iki boyutuyla Osmanlı’da deği­şik toplumların barındırılmasında laiklik anlayışının bir etkisi var mıydı?

Çetin Altan: Osmanlı işine yarayanı kullanırdı. Herkeste öyleydi si­yasette. Türkler çok müslümandır da NATO’nun içinde değil midir? % 95’i bizim ordunun NATO’ya bağlıdır. NATO Müslüman mıdır? De­ğilse öte yandan müslümanız. Bunlar siyasi polemik lafları; insan tavla­mak için söylenir. Anlatabildim mi?

A. Sami Başaran: Osmanlı’nın patrikhaneyi İstanbul’da bırakma­sında laiklik anlayışının ve hoşgörünün bir etkisi yok muydu? Yalnızca kârından dolayı mı İstanbul’da kalmasına izin verdi?

Çetin Altan: Bunda kârı vardı. Kârı olmasın da bak ne ya­par. Başka türlü yönetim olmaz. Kâr demektir siyaset evladım. Ama bu halka sen­den yanaymış gibi gösterilir. Kâr etmeyen bir impara­torluk battı zaten. Kâr edemedi sonunda. Devlet demek kâr ederek yönetmek demektir yahu. Başka nedir yönetim?

A. Sami Başaran: Osmanlının insanlara kendi dinlerini yetapta hoşgörülü davranmasında kâr güdüsü mü vardı? Bunu mu ifade et­mek istiyorsunuz?

Çetin Altan: Gayet tabi. Ona rağmen II. Mahmut idam etmiştir. Ka­pıyı da kapatmıştır.

A. Sami Başaran: Bunda İslâm dininin hiç mi etkisi yok?

Çetin Altan: Hayır hiç ilgisi yoktur dinle. O zaman veliler niye ortaya çıkmıştır? Merkez Efendi niye ortaya çıkmıştır? Bir sürü teşkilat niye or­taya çıkmıştır? Bu teşkilatların hepsi muhalefet idi aslında.
Peki Hilafeti niye almıştır? II. Murat’a kadar Alevi idi. Niye bir­den Sünnî oldu ki? Ve bütün Alevileri büyük katliamdan geçirdi. Sen o kadar hoşgörü diyorsun. Kendi ordusunu kılıçtan geçirmiş tek imparatorluktur yeryüzünde Osmanlı. 1826’da 240 taburu kılıçtan geçirmiş, Yeniçeriyi. Vaka-yı Hayriye derler. Kendi ordusunu kılıçtan geçi­ren bir adamın acı­ması olur mu başkasına? Kârı var yalnızca…

A. Sami Başaran: Aynı dergide (Doğu-Batı) Halil İnalcık “…Osmanlı imparatorluğunun her yönünden kurucusu Fatih’tir. Fa­tih’i, kişisel davranışları yönünden yargılamak anlamsızdır. Yaptık­ları, bir imparatorluk kurucusu, mutlak bir hükümdar olarak değer­lendirilmek gerekir. Acımasız davranışları ve sert önlemleri bir hü­kümdarın ‘Hikmet-i Hükümet’ icabı verdiği kararlar olarak değerlen­dirilmelidir. Tarih ahlak dersi vermek için yazılmaz…” şeklinde de­vam ediyor. Bu görüşlerine ne diyorsunuz?

Çetin Altan: Neye bakmadan yargılamak anlamsızmış. Niye? Ge­rek­çesini göstermek gerekir bunun. Niye anlamsız olur? Bilmem ne ise bu tip insanlar bir başkasına karşı davranışlarında iki yüzlü olurlar. Bir kere mutlak bir hükümdar olmak iyi bir şey midir? Bu kimin işine yarıyor? Hayır efendim böyle değerlendirilmemelidir. Niye bir imparator istediğini yaşamını kaybettirme hakkına sahip olsun kardeşim?
Hikmet-i Hükümet dediği kendisinden ibaret, kendisini ayakta tutmak için önüne geleni yaşamını kaybettirmek hakkına sahiptir diyor. Devlet olduğu zaman hu­kuka dayanır. Yahut bir birinin iradesine dayanır. Bir birinin iradesi için istediği adamı yaşamını kaybettirmek hakkına sahiptir, ahlak ta aranmaz dediğin va­kit. Peki hangi ölçüt aranır. Ahlak aran­maz, hukuk aranmaz, adamın gücü aranır o zaman değil mi? Gücü gücü yetene yani. Devlet o demek­tir. Gücü gücü yeteni yaşamını kaybettirür, ahlak ta aranmaz. Peki Hikmet-i Hükümet niye insandan daha mühim olsun. Bunu bana açıklamak gerekir. Adam sa­rayda keyif ede­cek, istediği adamı yaşamını kaybettirme hakkına sahiptir diye bir de ona okey mi vereceğim ben yani. Kaldı ki II. Mehmed belki de yaşamını kaybettirül­müştür. Bak Aşık Paşa’nın şiiri var “yazık ettiler sana” diye. İznik’te yaşamını kaybetti.

A. Sami Başaran: Tarihçi yazar Murat Bardakçı’nın son kitabı Şahbaba’da Vahdettin’le alakalı enteresan tesbitler var… Vahdettin’in vatan hainliğini konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çetin Altan: On aylık padişahtır Vahdettin devrildiği zaman. Pa­dişa­hın haini olur mu yahu? Adamın malı kendi malı. Osmanlının başka bir adı da yok. Kendi malını ne isterse yapar adam. Bu bir siyasi polemik. Yani, bir padişah seçimle gelmemiş yahu.

A. Sami Başaran: Daha önceki yere geldik “36 Padişahtan 14’ü dev­rilmiştir.” sözünüze…

Çetin Altan: Siyasi kavgalar bunlar. Kişiler kendi çıkarları için ya­parlar. Toplum için falan palavradır. Toplum kavgasını kendi yaparsa yapar. Yapamıyorsa da kul olarak kalır. Siyasi, kendi çıkarı için yapar si­yaseti. Hikmet-i Hükümet falan siyasetçilerin kendi keyifleri içindir. Orada tutup da yararlı bir karar alıyorsa onu almadığı zaman devrilece­ğini hissettiği vakit alır o kararı anlatabildim mi? İşçi sınıfı olduğu vakit demokrasiyi getirir. Su kendiliğinden akar. Aman efendim şu evi basmayım yazık fakirler var. Öyle değil. Sel gelir her şeyi yıkar. Ha ona bent yaparsın kanal yaparsın suyu kana­la koyarsın. Siyasetçi de hiç kimseyi düşünmez karşısında kuvvet yoksa. Varsa düşünmeye başlar. Çünkü kendi çıkarını düşünür. Başkasının çıkarını düşündüğünü dalkavukları söyler. Niye başkası­nın çıkarını düşünsün siyasetçi. Ancak devrilmemek için düşü­nür.

A. Sami Başaran: Peki, tarih bilincinden kopuk bir kültür oluşumu sürecini yaşıyoruz…

Çetin Altan: Hiç bir zaman olmadı Türkiye’de tarih bilinci.

A. Sami Başaran: Batılaşma bunun yanında bir kültür değişmesi ol­gusu olarak değerlendirilebilir. Bunun en kişiliğistik özelliği ise ege­men kültürün zayıf kültürü etkisi altına alması ve zayıf kültürü kendi kültürüyle eritmesiyle son bulur…

Çetin Altan: Hayır efendim. Batılılaşmadan kasıt nedir? Çağdaş­laş­mak demektir. O Japonya batıda mıdır? Üretim araçlarındaki teknoloji­den yararlanıp katkı yaptığın zaman çağı yakalamış olur­sun. Üretim araçlarını değiştirmeden tüketimde en yeni modelleri kullanmak demek çağdaşlaşmak demek değildir. Üretimde ne yapıyorsun? Teknolojide ne artıyı getiriyorsun ya da mevcut teknolo­jiden ne kadar yararlanıyorsun? Çağdaşlık böyle bir şeydir. Bunun batısı doğusu yoktur yahu.
Yanlış bir deyimdir Batılılaşma. Çağ teknolojiyle tanımlanır yani. Bir kere bir yerden bir yere giderken zamanı azaltmak diye tanım­lanabilir bu.

A. Sami Başaran: Ulus devlet yaşandıktan sonra millet kavramı ön plana çıkmış ve milli kültür oluşum süreci başlamıştır.

Çetin Altan: Aşiret var mı bugün Türkiye’de? Aşiret varsa nasıl olur ulus devleti? Aşiretli ulus devleti ben bilmiyorum yer yüzünde. Ha baş­kaları ulus devlet dedi Fransız devriminden sonra. Ben de bunu söyle­yince oluyor mu? Kopya edilince oluyor mu?
Yetmiş bin tane mezra var. Mezra köyden küçük yer demek. Böyle bir ulus devlet modeli olur mu? Bir kere ulus devlet de burju­vazinin ortaya çıkması ve zenginleşmesi mevcuttur. Burjuvazinin ise üretim şekili mevcuttur. Orda da kol gücü kullanılır. İşçi sınıfı meydana gelir. Onlar aşıldı bugün artık. Türkiye’de ne zaman burjuvazi yaşandı. Yer yüzüyle ticari anlaşmalar yapan fabrikalar kuran bir burjuvazi oldu mu Türkiye’de? Aynı evlerde dört kuşak otur­muş kentlerde aile tanıyor musun? O za­man bunları başkalarından alıp bizde de var söyleminin anlamı ne? Ol­mayan şeyleri varsayıp abuk sabuk şeyler ortaya çıkmakta.
Kulun tarih bilinci olmaz. Polis, devleti temsil ediyor; vali, devleti temsil ediyor; mebus, devleti temsil ediyor. Burada kamu personelleri, padişahı temsil ediyor diye bir alışkanlık sürüyor. İnsanların da mesleği yok. Mesleği olmayan insan vatandaş olmaz. Neyle para­sını ka­zanıyor? Buna köylü toplumu denir. Köylü toplumlarının kültürünü en iyi kültür dediğin zaman biraz Ortaçağ’ı anlatıyor olursun yani.

A. Sami Başaran: Osmanlı’nın topluma herhangi bir şey kazan­dır­madığını söylüyorsunuz öyle mi?

Çetin Altan: Gene hala köylü olduğuna göre. Bak burjuvaziye bi­le geçememişler.

A. Sami Başaran: Yüz seneden beri Osmanlı fiili olarak yok.

Çetin Altan: Osmanlının fiilen yok olması demek, bunun boyutları­nın benimsenmiş olması, Osmanlı türü bugünkü yöneticilere imkan sağlamıyor mu? Hazine arazilerini istedikleri gibi kullanmıyorlar mı, Padişah yerine?
Mülkiye mektebi nedir, harbiye mektebiyle? Sultan Aziz döne­minde yapılmış mektepler. Sultan Aziz iyi kadrolar yetiştirmek istemiş, kendi­sine para verecek.
Padişah ta yok ortalıkta ama bu iki kurum var. Peki yani hazine­den geçinmeli insanlar yönetiyor Türkiye’yi. Kendi mesleğinden geçinen in­sanların iradesi pek rol oynamıyor. O yüzden herkes bankadan, hazi­neye hassa ayrılacak, devlet, iktidar bankalarından kredi istiyor. Padi­şahtan para ister gibi yani. Padişahtan toprak ister gibi toprak istiyorlar. Kapıkulu var bir de. Kullar kapıkullarını denetleyemiyor. Sen bugün bütçeyi denetleyebiliyor musun; savun­ma harcamalarını? Adalet Bakan­lığının payı binde sekiz. Savunmanın aldığı pay ne kadar? Böyle bir oran var mı başka ülkelerde?

A. Sami Başaran: Günümüze kadar sirayet etmiş

Çetin Altan: Mafyayı devlet gibi gösterme çabası içinde de insan bi­lim adamı olmaz. Benim dile getirdiğim bu. Bunları nete getirirsin. Bunların hiçbiri ne kınanacak ne övünülecek. Ne övün ne kına­, yahu böyledir diye objektif tespit et. Niye bu kadar aşağılık duygusu var ki ben anlamıyorum? İlle de bir şeyle övünmek… Övüneceksen kendin bir iş yaparsın. Övünmek te ayıp bir şeydir. Niye övünüyorsun ki? İnsanlık övünsün bir şey yap ta. Aşamalı bir iş yaparsan insanlar seni över överse.

A. Sami Başaran: Olduğu şekliyle ortaya konsun öyle mi?

Çetin Altan: Gayet tabi başka biçimde olmaz ki. Ona bilinç derler za­ten. Çokta benimsememek gerekir. Tarihi dinamiği görürsün. Çünkü ta­rih bir laboratuardır. Nasıl değişiyor? Onu merak ettiğin zaman görür­sün bu üretim araçları yani enerji değişince değişiyor. Rüzgarı kullandı­ğın vakit yel değirmeni geliyor. Yel değirmeni ge­lince. Aynı rüzgarı ol­mayan, kıyılarda olur yel değirmeni kıyılara doğru kaymaya başlıyor köyler. Bu sefer siteler meydana geliyor. Rüzgarı bir enerji kaynağı ola­rak kullanıyorsun.
O zaman kozmostan elde ettiğin bütün verileri kendi yaşamını kolay­laştırmak için kullandığın sürece yaşamını daha güzel biçimde değerlendi­rebiliyorsun.
Aynı zamanda ona da katkı yapmaya başlıyorsun. Bu evrensel bo­yutlu bir bakış açısıdır.
İnsanın, insanın kol gücünü enerji kaynağı olarak kullandığı dö­nem­ler günümüze kadar gelmiştir. Buna ihtiyacı var mıydı? İnsanın kol gü­cünü kullanmaya. Bu kadar enerji… Enerji demektir kozmos. Demek ki bilimsel olarak gerçekleştirilen araştırmalarda eksik kaldığı için insan, insanın kol gücünü enerji kaynağı olarak kullanmak gibi bir sakatlıktan geçmiş­tir. Kol gücünün kullanımı aşılıyor, uzaya kol kuvvetiyle gidilmedi. Onun için globalleşme giriyor tekrar gündeme. Ulus devlet modellerinin aşıl­dığı geliyor gündeme. 21. yüzyılın çok daha yeni bir dünya düzeni. Neye göre değişiyor? Bunu birisi koy­muyor ki kuralını padişah gibi

A. Sami Başaran: Her şeyin teknolojiye dayandığını mı söylüyorsu­nuz?

Çetin Altan: Gayet tabi. Teknoloji neye dayanıyor? Kozmosa da­yanı­yor. Oradaki enerjiyi kullandığın zaman bir birini yaşamını kaybettirmeye niye ihti­yaç kalıyor o zaman? Kozmosun mülkiyeti herkese yetecek kadar.

A. Sami Başaran: Sonuç olarak…

Çetin Altan: Bu gün devlet arşivlerinde halen elden geçmemiş, der­lenip düzenlenmemiş doksan milyona yakın belge olduğu söyle­nir.
Bakın diğer devletlerin tarihine. Bir devletin bir aileyle özdeş ol­duğu, “aynı şey” sayılması yalnızca Osmanlı’da görülür. Ülke Osman­lı, dil Os­manlıca, imparatorluk Osmanlı imparatorluğu. Diğer dev­letlerde bunu göremezsiniz. Bourbonlar Fransa İmparatorluğu’nun yönetimini elle­rinde tutmuşlardı. Fakat dil Fransızca idi, devlet Fransa idi.
Osmanlı bir de her yönden ele alınsa, enine boyuna dört dörtlük in­celenseydi. O zaman her alanda kendimizi ispatlar, çağın en önünde koşturanların arasına girebilirdik.
Gönül ister ki, bizim de düşüncelerimiz, ideallerimiz her gerçeğe daha içten, daha gönülden ve yürekten yaklaşsın.
Kaynak:Bilgisayfam.net

bestnich altyazılı porno porno nulled script