Fikret Mualla Saygı Kimdir? Evi nerede? Nerede oturuyor?

Fikret Mualla Saygı kimdir?, Fikret Mualla Saygı kaç yaşında?, Fikret Mualla Saygı evi nerede?, Fikret Mualla Saygı nerelidir? Fikret Mualla Saygı ev adresi?, Fikret Mualla Saygı kaç yaşında?, Fikret Mualla Saygı nerede oturuyor?, Fikret Mualla Saygı nerede yaşıyor? gibi sorularınızı yanıtlamak için Fikret Mualla Saygı hakkında ayrıntılı bir biyografi sayfasını siz değerli okurlarımız için bir araya getirdik. 09.Nisan.190320.Temmuz.1967 senesinde doğan Fikret Mualla Saygı şu an için 64 yaşında ve Koç burcundandır. Fikret Mualla Saygı doğum yeri ise İstanbulFransa olarak bilinmektedir. Meslek yaşamını ise Ressam olarak devam ettirmektedir.

Fikret Mualla Saygı Kimdir? – Fikret Mualla Saygı Evi Nerede? – Fikret Mualla Saygı Nerede Oturuyor?

Fikret Mualla Saygı Kimdir?, evi nerede?

Toplumlara, ülkelere ve genel geçer değerlere aldırmadan yalnızca kendi iç güdüsüyle kendini resme adamış, çağının çok ilerisinde olduğu için anlaşılamamış, hiçbir sanat akımının sınırları içinde kalmamış, yaşarken hakettiği değeri bulamamış büyük Türk ressamı…

Fikret Mualla Saygı, 9 Nisan 1903 tarihinde İstanbul‘da dünyaya geldi. Annesi Emine Nevber Hanım, babası Mehmet Ekrem Mualla Saygı, Osmanlı Devleti‘nde Düyunu Umumiye‘de ikinci müdürdü. Aile, devlet memurlarının aylarca maaş alamadıkları bir zamanda, bolluk içinde yaşıyordu. Fikret, ailenin göz bebeğiydi. Annesi hep bir kız çocuk istemişti. Fikret doğunca da onu bir kız çocuğunun üstüne titrer gibi yetiştirdi. Fikret de annesine bi hayli düşkün büyüdü ve anne oğul içindeki bu bağ, Fikret’in ilerki yaşamında mühim rol oynayacaktı.

Çocukluğunu Moda sahilinde taştan taşa atlayarak ve futbol oynayarak geçirdi. O yaşlardaki kahramanı dayısı, Fenerbahçe takımının sol açığı Hikmet Topuzer‘di. Onun gibi topa vurmak için çocukluğunun tüm enerjisini topa veriyordu. Ancak on iki yaşında yaşadığı ilk talihsizliği, acılı hayatıyla da ilk yüzleşmesi oldu. Sağ ayak bileği kırılmıştı ve aylar sonra iyileşmesine rağmen topal kalacaktı.

Ardından grip salgını sebebiyle biricik annesini kaybetti. Fikret art arda gelen bu olaylar sebebiyle iyice hırçınlaştı. Babasının eve, Fikret’ten üç dört yaş büyük bir kadını üvey anne diye getirmesi, bardağı taşıran son damla olmuştu. Rivayete göre, Fikret iyice çılgına dönmüş ve kadını dövmüştü. Bir türlü anlaşmaya yanaşmayan Fikret, son çare teyzesinin yanına gönderildi. Liseyi Galatasaray Lisesi‘nde okudu. Daha sonra da mühendis olmak üzere Zürih‘te eğitim hayatına devam etmesine karar verildi. Babası, Fikret’in iyi eğitim almasını ve mutlaka yabancı bir dil öğrenmesini istiyordu. Fakat Fikret, evinden ve ailesinden kovulduğuna inandı ve bu kompleksten hayatı boyunca sıyrılamayarak, ayrılmak istemeyenlerin bile bir gün kendisini terk edeceği fikriyle hırçınlaştı.

İsviçre‘den sonra Almanya‘ya yerleşti. O zamanki Almanya, I. Dünya Savaşı‘nın getirisi ekonomik bir buhran içindeydi. Babasının gönderdiği harçlıkla Fikret son derece rahat ve özgür bir yaşam sürüyordu. Özgürlük, Fikret’in en büyük tutkusuydu. Mühendisliği bırakıp, sanat dünyasının başıboş ve sınırsız özgürlüğünün cazibasine kapılarak resim yapmaya başladı. Artık yolunu bulmuş, ne istediğini biliyordu. Düzenli bir eğitim görmek gibi klasik deyimleri bir kenara itti ve kendini bütün varlığıyla iç güdüsüne bıraktı.

Memleketi ve memleketinin içinde olduğu zor koşullarla ilgilendiği yoktu. Kendini yalnızca resme vermişti. Yalnızca para istemek için mektup yazıyordu. Günün sanat anlayışını umursamadan içinden geldiği gibi çalışıyordu. Bu tutumu onu, basit bir kopyacı olmaktan kurtaracak ve gerçek sanatçılar içerisinde yer almasını sağlayacaktı.

Almanya‘da geçirdiği senelerda dil zorluğu çekiyordu. Sanat çevrelerinde, okulda öğrendiği çat pat Fransızcayla sesini duyuramıyordu. Kadınlar hususunda da son derece şanssızdı Mualla, topal oluşu ve çekingenlığı onu iyice yalnızlaştırmıştı. Bu yalnızlığı bastırmak için resim yapmadığı zamanları içerek doldurmaya başladı.

Sarhoşluğu arttıkça saldırganlaşan ve kavga çıkaran Mualla, 1928 senesinde Berlin‘de ”Alkolik Deliriyum” teşhisiyle bir akıl hastanesine yatırıldı. Artık Deli sıfatı adının yanına eklenmişti Mualla’nın.

Bu olaydan sonra Almanya‘dan Fransa‘ya geçti. Alabildiğine sınırsız bir özgürlüğün ve sanat dünyasının başkenti Paris, Fikret’i bir anda sardı. Ama artık evden para gelmiyordu ve geçim sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Zorunlu olarak Türkiye‘ye döndü.

Bakıköy Akıl Hastanesi’nde 3 gün gözetim altında kalarak akıllı raporu aldı ve resim öğretmeni olarak atandı. Ancak tayin edildiği Ayvalık Ortaokul resim öğretmenliğinden ” elektriği olmayan şehirin resim öğretmenine de ihtiyacı yoktur ” diyerek istifa etti. Ortaokul resim hocalığını hakaret sayıyor, kabiliyetinin farkedilip Güzel Sanatlar akademisinde kendine bir yer bulacağını bekliyordu. Fakat beklediği ilgiyi göremedi, çalışmaları aşağılandı. Hatta sanatı anlaşılamayan Fikret için, ”Zaten ressam değil ki o, yalnızca desinatör, grafikçi” dendi. Sarhoş olup çıkardığı taşkınlıklarla da Almanya’daki kötü şöhreti, İstanbul’un dar sanat etrafında de hızla yayılmasına yol açtı. Böylelikle sanat camiasının kapıları Mualla’nın yüzüne kapanmış oldu.

Bir kere de edebiyatta şansını denemek isteyen Mualla, 1932‘de yayımlanan, kendisiyle benzerlikler bulduğu Friedrich Schiller hakkında bir kitap yazdı. 1932 senesinde Beyoğlu‘na yerleşti. Hayranlık duyduğu İstanbul Şehir Tiyatroları sopranosu Semiha Berksoy ve Nazım Hikmet‘le dostluk kurdu. Geçimini ufak tefek çizim işleri ve Şehir Tiyatrosundaki operetlerin kostümlerini çizerek kazanıyordu. Özel Süreyya Paşa Opereti’nde Semiha Berksoy‘un sahne kostümlerini de o tasarlamıştı. Ancak ne kostümler ne de Nazım Hikmet‘in kitabını resimlemesi, Fikret’e bir şey sağlamadı. Devamlı içtiği Petrograd meyhanesinin borcunu bile sokak kapısına asılacak ”Şişeden Rakı İçen Adam” tablosunu yaparak ödedi. Resimlerini bir şişe içki karşılığında satıyordu.

İçinin kurtlarını, İsmail Hakkı Baltacıoğlu‘nun Yeni Adam dergisinde dökmeye çalıştı. Bunun yanında 1934 Temmuzu’nda Beyoğlu’ndaki Kapps Kitapevinde ilk sergisini de açtı. Henüz yağlı boya tabloları yoktu. Sergide suluboyaları ve desenleri yeraldı ama işleri pek fazla ilgi görmedi. Hiç bir sanat akımına tabi olmayan ve gününün çok ilerisinde bir üslupta dile gelmiş sanatı, o zamanki sanat çevrelerince anlaşılamamıştı.

Dikkat çekmek için artık ulu orta çıkardığı kavgalara, taşkınlıklara ve sarhoşluğa başvuruyordu. Değeri anlaşılamayan sanatçının hırçın sözleri 1936’de Bakırköy Akıl Hastane’nde bir yıl gözetim altında tutulmasına yol açtı. Bir türlü barışamadığı bu toplumdan ve İstanbul sanat etrafından kaçarak 1939‘da Paris‘e taşındı. Paris bu hırçın ama özgürlüğünden kopamayan sanatçıyı tek dizginleyebilecek şehirdi.

Paris‘e gitmeden önce yakın arkadaşı Abidin Dino‘nun isteğiyle, New York Fuarı Türk Pavyonu için otuza yakın tablo yaptı. 1938‘de Ses dergisi için yaptığı illüstrasyon, müstehcen bulunarak hakkında dava açıldı. Bu zamanda bunun bunun yanında sanatçının Ses dergisinde yayımlanan Masal ve Üsera Karargahı isimli iki öyküsü bulunmaktadır.

Mualla’nın Fransa‘daki yirmi altı yılı, içki, dengesizlik ve uyumsuzlukla geçti. Bu zamanda ressam Hale Asaf‘a aşık oldu ama aşkı karşılık görmedi. İki aylık bir süre için yeniden hastaneye yatırıldı. Ama resim yapmayı asla bırakmadı. Onu sınır dışı edilmekten kurtaran Dina Viery‘nin koruması altına giren sanatçı, 1954‘te Paris‘teki ilk sergisini açtı. Birçok büyük sanatçıyla tanışan ressam, Pablo Picasso‘nun da ilgisini çekmişti. Pablo Picasso ona imzalı bir resmini armağan etti. Ama Mualla bir şişe şarap karşılığında bu resmi sattı. İkinci sergisinden sonra tekrar akıl hastanesine yatırıldı.

Bir sarhoş ve deli olarak ünü doruk noktasındaydı ama yeteneği de artık farkedilmeye başlamıştı. Koleksiyoncu Madam Angles‘le bu zaman içinde tanışan Mualla, onun koruması altına girdi. Artık geçim derdi olmadan resim yapabiliyordu. Ama talihsizlik yakasını bırakmadı ve 1962 senesinde felç geçirdi. Karaciğer rahatsızlığı da eklenince Paris‘ten ayrılarak Reillane kasabasında bir eve yerleşti.

1967 Mayıs’ında sinir krizleri tekrar başlayınca bir dinlenme evine yatırıldı. 20 Temmuz sabahı yatağında ölü bulundu. Kemikleri 1974’de isteğine uygun olarak yurda getirildi ve Karaca Ahmet Mezarlığı‘na toprağa verildi.

Geride bir çok eser ve sefalet içinde yaşamış yüce bir adamın sözleri olan onlarca mektup bıraktı. Bir sanatçı olarak doğmuş, her an bir sanatçı olarak nefes almış ve resimlerinden başka hiçbir şeyi olmayan bir sanatçı olarak ölmüştü.
Kaynak:Bilgisayfam.net

bestnich altyazılı porno porno nulled script