Fuzuli Kimdir? Evi nerede? Nerede oturuyor?

Fuzuli kimdir?, Fuzuli kaç yaşında?, Fuzuli evi nerede?, Fuzuli nerelidir? Fuzuli ev adresi?, Fuzuli kaç yaşında?, Fuzuli nerede oturuyor?, Fuzuli nerede yaşıyor? gibi sorularınızı yanıtlamak için Fuzuli hakkında ayrıntılı bir biyografi sayfasını siz değerli okurlarımız için bir araya getirdik. ??.??.1480??.??.1556 senesinde doğan Fuzuli şu an için 76 yaşında ve burcundandır. Fuzuli doğum yeri ise KerbelâKerbelâ olarak bilinmektedir. Meslek yaşamını ise Şair olarak devam ettirmektedir.

Fuzuli Kimdir? – Fuzuli Evi Nerede? – Fuzuli Nerede Oturuyor?

Fuzuli Kimdir?, evi nerede?

Türk Divan şairi. Temelini bireysel duygu ve sevgide bulan bir şiir anlayışını geliştirmiştir. Gerçek adı Mehmed b. Süleyman’dır. Kerbelâ’da dünyaya geldi, doğum yılı kesinlikle bilinmiyorsa da, kimi kaynaklara göre 1480 dhadiselerindadır. 1556’da Kerbelâ’da yaşamını kaybetti.

Yaşamı, özellikle gençlik dönemi ve öğrenimi hususunda yeterli bilgi yoktur. Şiirde “Fuzûlî” adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşı karşıya geldirılması için aldığını, böyle bir takma adı kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığını, Farsça Divan’ının girişinde açıklar. Ama “işe yaramayan”, “gereksiz” gibi anlamlara gelen “fuzûlî” sözcüğünün başka bir anlamı da “erdem”dir. Onun bu iki kaşıt anlamdan yararlanmak amacını güttüğünü ileri sürenler de mevcuttur. Fuzûlî’nin yaşamı hususunda bilgi veren kaynaklar birbirini tutmamakta, genellikle söylenceyle gerçeği ayırma olanağı bulunmamaktadır. Onunla alakalı güvenilir bilgiler, yapıtlarının incelenmesinden, kimi şiirlerinin açıklanışından kaynaklanmaktadır. Bunlardan anlaşıldığına göre Fuzûlî iyi bir öğrenim görmüş, özellikle İslam bilimleri, tasavvuf, İran edebiyatı konularında çalışmalar yapmıştır.

Şiirlerinde görülen kavramlardan simya, gökbilim konularıyla ilgilendiği, İslam ülkelerinde pek yaygın olan ve gelecekteki hadiseleri bildirmeyi amaçlayan “gizli bilimler”le ilişkili bulunduğu anlaşılmaktadır. İslam bilimleri içinde hadis, fıkıh, tefsir ve kelam üzerinde durduğu, gene yapıtlarında bulunan kavramların incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Türkçe, Arapça, Farsça divanlarında bulunan şiirleri, bu üç dili de çok iyi kullandığını, onların bütün inceliklerini kavradığını göstermektedir. Yapıtları incelendiğinde İran şairlerinden Hâfız, Türk şairlerinden de Nesîmî, Nevâî ve Necati‘yi izlediği, onların şiir anlayışını, duygu ve düşüncelerini benimsediği görülür.

İnanç yönünden Fuzûlî, Şii mezhebine bağlıdır. On iki İmam’a karşı derin bir sevgisi mevcuttur. Bütün yaşamını Kerbelâ’da, Şiiler’ce kutsal sayılan topraklar üzerinde geçirmesi, aşağı yukarı bütün şiirlerinde tasavvuftan kaynaklanan bir sevgiyi, bir üzüntüyü işlemesi, Kerbelâ olayıyla alakalı ağıtları, Şeriat’ın katılığına karşı çıkışı bu sebeplerdir. Ancak Hazreti Ali‘ye bağlılığı, Hazreti Ali‘nin tanrısal bir varlık olduğu görüşünü savunan ve İslam ülkelerinde Galiye (aşırılık) diye nitelenen inançla alakalı değildir. Ona göre Hazreti Ali erdemli, gönül bilgisiyle dolu, olgun, yetkin bir kişidir ve Peygamber‘den sonra imam (halife) olması gereken kimsedir. Bu görüşü benimsemeye, İslam ülkelerinde, mufaddıla (erdeme bağlı olma) denir. Fuzûlî de bu erdemden yana olanlar içerisindedır. Ona göre Ali erdem yönünden, bütün halifelerden ve Peygamber’in yakınlarından (sahabe) üstündür. Bu husustaki inancını Hadîkatü’s-Süedâ (“Mutluların Bahçesi”) adlı yapıtında bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Türkçe ve Farsça divanlarında Hazreti Ali ve onun soyundan gelen imamlara bağlılığını konu edinen bir çok şiir mevcuttur. Bir aralık Bağdat‘ı ele geçiren İsmail Safevi‘ye yazdığı övgünün kaynağı da bu sevgidir. Fuzûlî’nin, geçimini Kerbelâ, Necef ve Bağdat’ta bulunan On İki İmam’la alakalı vakıfların gelirlerinden sağladığı Farsça Divan’ındaki “Dürr-i sadef-i sıdk cenâb-ı mütevelli” (Doğruluk sedefinin incisi yüce görevli) dizesiyle başlayan şiirden anlaşılmaktadır.

Fuzûlî, yaşadığı dönemin geleneğine uyarak, Bağdat‘ı ele geçiren Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman‘a ve Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, İbrahim Bey, Cafer Bey gibi devlet büyüklerine övgüler yazmıştır. Fuzûlî’nin bütün yaratıcı gücü, yaşam ve evren anlayışını, insanla alakalı düşüncelerini sergilediği şiirlerinde görülür. Ona göre şiirin özünü sevgi, temelini bilim oluşturur. “Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir” anlayışından yola çıkarak sevgiyi evrenin özünü kuran bir öğe diye anlar, bu sebeple “evrende ne varsa sevgidir, sevgi dışında kalan bilim bir dedikodudur” yargısına varır. Sevginin yanında, şiirin örgüsünü bütünlüğe kavuşturan ikinci öğe üzüntüdür, sevgiliye kavuşma özleminden, ondan ayrı kalıştan kaynaklanan üzüntü. Üzüntünün, ayrılık acısının, kavuşma özleminin odaklaştığı başlıca yapıtı Leylâ ile Mecnun‘dur. Burada seven insan, bütün varlığıyla kendini sevdiği kimseye adamıştır, fakat bi hayli beğeni alan kimsede yoğunlaşan sevgi tanrısal varlığı erek edinmiş derin bir özlem niteliğindedir. Sevilen insan bir araç, onun varlığında görünüş alanına çıkan Tanrı, tek erektir. Fuzûlî, bu hususta Yeni-Platonculuk’tan beslenen tasavvufun insan-tanrı anlayışına bağlı kalarak, varlık birliği görüşünü işlemiştir. Ona göre gerçek varlık Tanrı’dır, bütün nesneler ve onları kuşatan evren Tanrı’nın bir görünüş alanıdır. Bu sebeple yaratılış, tanrısal varlığın görünüş alanına çıkışı, bir ışık (nûr) olan “Tanrı özü’nden dışa taşmasıdır (sudûr); “Zihî zâtın nihân u ol nihandan mâsivâ peydâ” (Senin özün gizlidir, bu görünen evren o gizli özünden var olmuştur).

Fuzûlî’nin anlayışına göre insan “seven bir varlık”tır, bu sevgi Tanrı ile insan içindeki bağın özünü oluşturur, bunun bunun yanında insanın Tanrı’ya yaklaşmasını sağlar. Bu sebeple de yalnız insan sevebilir. Varlık türlerinin en yetkini, en olgunu olan insan Tanrı’nın gören gözü, konuşan dili, duyan kulağıdır. İnsanda Tanrı istenci dışında bir eylemi gerçekleştirme olanağı yoktur. İnsan biri gövde, öteki ruh olmak üzere iki ayrı özden kurulu bir varlıktır. Gövdenin toprak, yel (hava), od (ateş) ve su gibi dört oluşturucu öğesi mevcuttur. Ruh ise tanrısaldır, gövdede, gene Tanrı buyruğuyla bir süre kaldıktan sonra, kaynağına, tanrısal evrene dönecektir, bu sebeple ölümsüzdür. İnsanın yeryüzünde yaşadığı sürece ruhunun kutsallığına yaraşır biçimde davranması, doğruluk, iyilik, erdem, güzellik gibi değerlerden ayrılmaması, özünü bilgiyle süslemesi gerekir. Fuzûlî, “maarif” adını verdiği gönül bilgisini birinin özünü ışıklandırması için bir kaynak diye yorumlar, “ey güzel zâtın maârif birle tezyîn edegör” dizesiyle bu husustaki görüşünü açıklar. Onun ahlâkla alakalı görüşlerinin temelini kuran doğruluk, iyilik ve erdem gibi üç öğedir. Bu üç öğenin karşıtı baskı (zulm), ikiyüzlülük (riyâ) ve bilgisizliktir (cehl). “Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar” diye başlayan Şikayet-nâme’sinde çağının yolsuzluklarını, ahlaka, İslâm dininin özüne aykırı davranışları sergilenirken, Türkçe Divan’ında da “zalimin zulm ile akçe toplayıp yardım edermiş gibi bir başkasına dağıttığını, oysa cennete rüşvetle girilmeyeceği” manasına gelen dizelere geniş yer verir. Ona göre bu yeryüzü bir alışveriş yeridir, herkes elindekini ortaya döker. Bilgiyi seven erdem ve beceriyi, dünyayı seven de altını, gümüşü sergiler: Dehr bir bâzârdır her kim metâın arz eder Ehl-i dünya sîm ü zer ehl-i hüner fazl u kemal Fuzûlî, inanç hususunda da erdemin, doğruluğun, Kuran’ın özüne bağlı kalmanın gereğini savunur. Ona göre oruç, namaz, zekât gibi görevler gösteriş için değil, birinin özünü kötülükten arındırmak, olgunlaştırmak içindir. Oysa içinde yaşanan çağın insanı İslâm dininin temel ilkelerini bir çıkar aracı olarak kullanmakta, gerçeğinden uzaklaştırmaktadır. Bu sebeple İslam’ın özünden ayrılmak istemeyen bir kimsenin uygulaması gereken yöntem “namaz ehline uyma, onlar ile durma oturma” şekilinde özetlenebilir. Fuzûlî’nin dili Azeri söyleyişidir, özellikle Nevâî ve Nesîmî’yi anımsatan bir nitelik taşır.

Şiirde uyumu sağlayan öğe genellikle, sözcükler içerisinde ses benzerliğinden kaynaklanır. Aruz ölçüsüne uymayan Türkçe sözcüklerde görülen uzatma ve kısaltmalar Arapça ve Farsça sözcüklerle uyum içine girer. Dilde biri ses uyumu, öteki anlam olmak üzere iki temel öğe dizeler içerisinde, ses uyumuna dayanan bağlantıdır. Farsça’nın şiire daha yatkın bir dil olduğunu, Türkçe şiir söylemenin güçlüğünü ileri sürmesine karşılık, Türkçe şiirlerinde daha çok başarılı olmuştur. Hadikatü’s-Süedâ adlı yapıtında şiir söylemeye pek elverişle olmayan Türkçe’yi başarıyla kullanacağını, bu dili güçlü, uygun bir şiir durumuna getireceğini ileri süren Fuzûlî’de halk dilinde geçen sözcükler, deyimler, atasözleri mühim bir yer tutar.

Kimi şiirlerinde Kuran ve Hadisler’den alıntılarla dizenin anlamı güçlendirilir. Divan şiirinin bütün ölçülerini, şekillerini kullanan Fuzûlî’nin yaratıcı gücü, düşünce derinliği, söyleyiş akıcılığı daha çok gazellerinde görülür. Kerbelâ olayıyla alakalı şiirlerinde üzüntüyü çok geniş boyutlar içinde ele alarak şiirinin bütününe yayar, inanan, seven insanı bir “acı çeken varlık” olarak gösterir. Bu tür şiirlerinde sevgi ve aşk birbirini bütünleyen iki öğe niteliğine bürünür. Leylâ ile Mecnun adlı yapıtında işlenen derin özlem, ayrılıktan duyulan acı, ağıt özelliği taşıyan şiirlerinde ölüm karşısında duyulan derin sarsıntıya dönüşür. Şiir, Fuzûlî için, düşünceleri, duyguları ortaya koymaya, insanı anlatmaya, kimi poblemleri sergilemeye yarayan bir yaratıdır. Şiir, yalnız şiir olsun diye söylenmez, bir varlık görüşünü dile getirmeyi amaçlar. Şiiri oluşturan özlü ve manalı sözdür, söz ile kişi kendini ortaya koyar. Bunun yanında söz bir yaratma öğesidir:”Bû ne sırdır kim eder her lahza yoktan vâr söz”. Söz, onu söyleyenle ilişkilidır, onun bulunduğu bilgi ve duygu aşamasını, değer basamağını gösterir. Artıran söz kadrini sıdk ile kadrin artırır Kim ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdâr söz Dizelerinde sergilenen düşünceye göre sözün değerini artıran kendi değerini artırır, birinin kendi neyse dile getirdiği sözle açığa vurduğu da odur. Söz birinin aynasıdır.

Fuzûlî, kendinden sonra gelen Türk Divan şairleri içerisinde Baki, Ruhî, Nâilâ, Neşâti, Nedim ve Şeyh Galip gibi sevgiyi şiirlerinin odağı durumuna getiren şairleri etkilemiştir. Bunun yanında kimi Alevi ozanlarca da bir “inanç ulusu” olarak benimsenmiş, saygı görmüştür.
Kaynak:Bilgisayfam.net

bestnich altyazılı porno porno nulled script