Hallacı Mansur Kimdir? Evi nerede? Nerede oturuyor?

Hallacı Mansur kimdir?, Hallacı Mansur kaç yaşında?, Hallacı Mansur evi nerede?, Hallacı Mansur nerelidir? Hallacı Mansur ev adresi?, Hallacı Mansur kaç yaşında?, Hallacı Mansur nerede oturuyor?, Hallacı Mansur nerede yaşıyor? gibi sorularınızı yanıtlamak için Hallacı Mansur hakkında ayrıntılı bir biyografi sayfasını siz değerli okurlarımız için bir araya getirdik. 26.Mart.085826.Mart.0922 senesinde doğan Hallacı Mansur şu an için 64 yaşında ve Koç burcundandır. Hallacı Mansur doğum yeri ise Tûr köyü, Fars Eyaleti, İranBağdat, Irak olarak bilinmektedir. Meslek yaşamını ise Din Adamı olarak devam ettirmektedir.

Hallacı Mansur Kimdir? – Hallacı Mansur Evi Nerede? – Hallacı Mansur Nerede Oturuyor?

Hallacı Mansur Kimdir?, evi nerede?

Hallac-ı MansurAbbasiler zamanında yaşayan büyük İslam sufisidir. Tasavvuf tarihinin en fazla anılan isimlerinden biri olma özelliğini taşır. Zındıklıkla suçlanması ve uzun süren bir soruşturma neticesinde Abbâsî Halifesi Muktedir Bi’llâh’ın emriyle idam edilmiştir.

Hallacı Mansur, 26 Mart 0858 tarihinde Fars Eyaleti, İran’da Tûr köyünde doğmuştur. Asıl adı Hüseyin bin Mansur’dur. Babasının mesleğinden dolayı “Hallâc” lakabını aldı. Büyükbabası Zerdüşt inancına mensuptu. Babası sonradan Müslüman olmuştu. Hallaç, İran’daki mezhep çatışmaları sebebiyle genç yaşta Tur’dan ayrılarak, Arap kültürünün mühim merkezlerinden biri olan Vasıt’a, sonrasında Tuster’e gitti. Bu yaşlarda tasavvufa yöneldi.

Hallacı Mansur’a dayandırılan tasavvuf öğretisi de Hallaciye adıyla bilinir.

Hallacı Mansur, 12 yaşında Kur’an’ı ezberlemişti ve sık, sık kendini dünyevi meşgalelerden uzaklaştırıp diğer sûfîlerin eserlerini incelemeye adamaktaydı. Tüster’de büyük velîlerden Sehl bin Abdullah-ı Tüsterî hazretlerinin sohbetinde iki sene bulundu. Onun ruhlara hayat veren sohbetleri bereketiyle tasavvufa yöneldi. On sekiz yaşında Basra’ya gelerek, Amr bin Osman-ı Mekkî’ye bağlandı. On sekiz ay da onun sohbetinde ve derslerinde bulundu. Her iki velînin yanında da nefsi ile büyük mücâdele yaptı ve her isteğine sırt çevirdi. Nefsin istemediği, rağbet etmediği işlere sarıldı. Samîmi ve bağrı yanık bir âşık idi. Kendisini çok seven Ebû Yâkûb-ı Aktâ’ kızını ona verdi. Bundan sonra bir müddet daha Basra’da kaldı. Bağdat’ta Cüneyd-i Bağdadi’yle tanıştı ve ondan hırka giydi. Ne var ki coşkun kişiliği sebebiyle aralarında çıkan anlaşmazlıktan dolayı kısa bir sürede Cüneyd’den de ayrıldı.

Evlendikten sonra 896 senesinde bir sene kalacağı Mekke‘ye Hac ziyaretinde bulundu. Bağdat şeyhleriyle bütün ilişkisini keserek Tuster’e gitti. Dört yıl boyunca katı bir çile yaşamı sürdürdü. Sufi hırkasını çıkardı; halk arasına karıştı. Daha sonra uzun seyahatlere çıktı ve eserini kaleme aldı. Fars, Huzistan ve Horasan’da halkı yazıları ve konuşmalarıyla Tanrı aşkına çağırmaya başladı, etrafında fazlasıyla mürit topladı. Bu zamanda hadis ve fıkıh bilginleriyle ilişkileri gitgide bozuldu.

905 senesinde ikinci haccına gittikten sonra deniz yolu ile İslam’ı yaymak maksadıyla Hindistan ve Türkistan’a gitti, Çin sınırlarına kadar dolaştı. Onun bu gezisi esnasında İslam dinine kazandığı Müslümanlar daha sonra Mansuri olarak anıldı. Daha sonra 906 senesinde üçüncü kez hacca giden Hallaç, Hicaz’da geçirdiği iki yılın sonrasında Bağdat’a döndü ve 908 senesinde buraya yerleşti. Abbasilerin başkenti Bağdat’ta ikamet etti.

Hallacı Mansur, yaşamına klasik İslam öğretilerini özümseyerek başlamış ve özellikle Mısır ve Mekke ziyaretlerinde bu öğretiler onun için daha da yoğunlaşmıştır. Ancak seneler geçtikçe artık gerçeğe ulaşmak için bu klasik öğretilerin yetmediğini fark etmiş özellikle “tanrı düşüncesinde” değişik bir konumda algılamış ve bu husustaki araştırmalarını derinleştirmiştir. Sonunda Hindistan ve Orta Asya’ya uzun süren bir yolculuk yapmıştır. Bu ziyareti esnasında Budizm düşüncesi ile tanışmış ve Budizmin mistik ögelerinden bi hayli etkilenmiştir. Bu etkileşim sonucu günümüzde panteizm diye nitelendirilen “Tüm tanrıcılık ya da doğa tanrıcılık” düşüncesini benimsemiştir.

Hallâc’ın savunduğu Tâsîn tevhîd akîdesinin özü olan “Fî” ve “An” (O’nda ve O’ndan)
kavramı Vahdet-i Vücud’daki “Her şey Allah’tır” akîdesinden farklı oluρ, “Her şey Allah’tadır ve her şey Allah’tandır” manasına gelmektedir.

Hallacı Mansur’un sözleri ve davranışları halk ve ulema içerisinde yeni bir huzursuzluk meydana getirdi. Davûd ez-Zahiri öncülüğünde bir grup alim Hallâc’ın aleyhinde bir faaliyet başlattı; bazıları onun sihirbaz, şarlatan ya da deli olduğunu ileri sürerken bazıları da keramet sahibi bir veli olduğunu söylüyordu. Aleyhindeki faaliyetler artıp bir kısım müridleri tutuklanınca kendisini de aynı akıbetin beklediğini anladı ve Ahvaz’a kaçtı. Sûs’ta bir dostunun yardımıyla Dânyâl peygamberin türbesi civarında bir yıl saklandı. 913′ de yakalanarak Bağdat’a getirildi ve idam talebiyle mahkeme önüne çıkarıldı.

Hallacı Mansur’un Allah’ta eriyiρ yok olmak anlamında dile getirdiği “En-el Hak”, yani “Ben Hakk’ım” sözü bahane edilerek 913 senesinde tutuklandı.

Vezir Ali b. Îsâ el-Kunnâî onu üç defa siyaset meydanında teşhir ettikten sonra hapsedilmesini yeterli gördü. Sekiz yıl süren hapis hayatı, genellikle dostu Nasr el-Kuşûrî’nin evindeki bir odada göz hapsi şeklinde geçti. Bütün ihtiyaçları karşılandı; ziyaretçi kabul etmesine izin verildi. Hapiste bulunan Hallâc’ın Bağdat ve etrafındaki etkisi giderek arttı. Burada iken Kitâbü’t-Tavâsîn’in “Tâsînü’s-sirâc” ve “Tâsînü’l-ezel” bölümlerini yazdı.

Hallacı Mansur, idam isteğiyle tekrar hakimler heyetinin önüne çıkarıldı. Delillerin yetersiz olduğunu söyleyen hakimler idamı için hüküm vermekten kaçındıklarından mahkeme uzun sürdü. Fakat Vezir Hâmid’in ısrarlı takibi ve baskısı karşısında Mâlikî kadısı Ebû Ömer Muhammed b. Yûsuf el-Ezdî idamına hükmetti. Hanefi kadısı İbn Bühlûl’ün muhalefetine rağmen bu hüküm diğer kadılara ve şahitlere imzalatıldıktan sonra Halife Muktedir-Billâh tarafından tasdik edildi.

Hallacı Mansur, 26 Mart 922 tarihinde Bağdat, Irak’da 64 yaşında ölmüştür.

Hallacı Mansur, Bağdat’ın Bâbüttâk denilen semtinde önce kırbaçlandı; burnu, kolları ve ayakları kesildikten sonra idam edildi. Başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüye dikildi; gövdesi yakılıp külleri nehrin sularına savruldu. Kesik başı iki gün köprüde dikili bırakıldıktan sonra Horasan’a gönderilerek bölgede dolaştırıldı.

Çeşitli kaynaklarda Hallac’a dayandırılan 50’ye yakın yapıttan söz edilirse de bunlar günümüze ulaşmamıştır. Hallac’ın yapıtlarının derlenmesine büyük katkıda bulunan Fransız Katolik araştırmacı Louis Massignon’a göre Hallac’dan bugüne ulaşan metinler altı mektup, 350 kadar özdeyiş, konuşmalarına ilişkin 74 özet, 80 şiir, 27 rivayet ile 11 bölümlük Kitabü’l-Tevasiri’den bir araya gelmektedir. Massignon’un Passion d’al-Hallaj (1922, 2 cilt; Hallac’ın Çilesi) adlı yapıtı Hallac’ın yaşamı ve öğretisiyle alakalı en mühim kaynaktır.

Kitapları :

– Ta’Sînû’l Ezel ve’l-Cevherû’l-Ekber ve’ş-Şeceretû’n-Nûr’iyye (Kitâb-ût Tavâsîn)
– 49 adet kayıp risaleleri

Hallâc’ın idam fetvası dini olmaktan çok siyasi bir karar olup fakat siyasi baskılar ve entrikalar neticesinde çıkarılabilmiştir. Onun büyük bir üne sahip olması, etrafında fazlasıyla mürid toplaması, sarayda ve yüksek rütbeli devlet adamları ve kumandanlar içerisinde bile taraftar bulması, Zenci Kölelerin İsyanı’na sıcak bakması, “Mehdi olduğu ve Abbasiler’e karşı Karmatiler’le gizlice iş birliği yaptığı yolunda dedikodular çıkması devlet adamlarını endişelendirmiş, bu yüzden baskı altında çalıştığı ileri sürülen bir hakimler kurulundan fetva alıp idamı gerçekleştirmişlerdir. Hallac’ın türbesi Bağdat’tadır. Birçok İslam ülkesinde türbeleri mevcuttur. Bunların hepsi makamdır. Yedi adet olduğu söylenen bu türbelere Hallac-ı Mansur makamı denilmektedir. Çanakkale’nin Gelibolu beldesinde bulunan türbe de bu yedi makamdan biridir.
Kaynak:Bilgisayfam.net

porno izle cm to inches
bestnich altyazılı porno porno nulled script