Kürşat Başar Kimdir? Evi nerede? Nerede oturuyor?

Kürşat Başar kimdir?, Kürşat Başar kaç yaşında?, Kürşat Başar evi nerede?, Kürşat Başar nerelidir? Kürşat Başar ev adresi?, Kürşat Başar kaç yaşında?, Kürşat Başar nerede oturuyor?, Kürşat Başar nerede yaşıyor? gibi sorularınızı yanıtlamak için Kürşat Başar hakkında ayrıntılı bir biyografi sayfasını siz değerli okurlarımız için bir araya getirdik. ??.??.1963 senesinde doğan Kürşat Başar şu an için 58 yaşında ve burcundandır. Kürşat Başar doğum yeri ise İstanbul olarak bilinmektedir. Meslek yaşamını ise YazarTalk-show SunucusuGazeteci olarak devam ettirmektedir.

Kürşat Başar Kimdir? – Kürşat Başar Evi Nerede? – Kürşat Başar Nerede Oturuyor?

Kürşat Başar Kimdir?, evi nerede?

Yazar, gazeteci, programcı. Seksenli senelerda başlayan yazarlık kariyeri boyunca 6 romanı Türk okuyusuyla buluşturup, ülkenin en fazla satan kitaplarına imza atan Kürşat Başar, televizyon, radyo, gazete ve dergi gibi tüm iletişim mecralarında çalışmalar yapmıştır. Pek çok dergi ve gazetede yazıları,söyleşileri, haberleri ve makaleleri yayınlanmış olan yazar, TV programları hazırlayıp sunmuş, köşe yazarlığından radyoculuğa medyanın tüm alanlarında çalışmıştır. “Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum“, “Konuştuğumuz Gibi Uzaklara“, “Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları” Başar’ın en fazla bilinen romanlarıdır.

1963 senesinde İstanbul‘da dünyaya geldi. Öğrenim hayatı boyunca babasının görevi bundan dolayı İstanbul, Ankara, Lefkoşe ve Doğubeyazıt gibi bir çok değişik yerde bulunan Başar, lise öğrenimini bitirdiktan sonra İstanbul’a taşındı. Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi felsefe bölümünde tamamlayan yazar, öğrencilik senelerında yazıyla ilgilenmeye başlamıştı. İlk kez 1981‘de Hürriyet ve Güneş gazetelerinde start alan yazarlık kariyeri daha sonra Türkiye‘nin ileri gelen basın yayın kuruluşlarında devam edecekti.

Aktüel dergisinde yaptığı editörlük görevini Tempo’daki genel yayın yönetmenliği izledi. Başar, Power dergisini çıkardı ve bunun yanında bir çok ulusal derginin yayın kurulu yönetmenliğini yaptı. Çok yönlü ve renkli kişiliğiyle dikkat çeken yazar müziğe olan tutkusuyla da tanınıyordu ve 19831989 senelerı içerisinde TRT 3‘te dinleyiciyle buluşan “Caz Duygusu” adlı programı hazırladı. Yine 1989’da ilk kitabı Kış İkindisinin Evinde’yi paylaştı ve Haldun Taner Öykü Ödülü‘nün sahibi oldu.

Başar, 1989-1991 senelerı içerisinde TRT ekranlarında yayına giren “Akşama Doğru” programının danışmanlık ve sunuculuğunu yaptı. 1990 mayısında kitap raflarında yerini alan ikinci kitabı “Konuştuğumuz Gibi Uzaklara” Başar’ın kendine özgü anlatımının daha da oturduğu bir çalışma olarak değerlendirildi.

1992‘de Kanal 6’da seyirciyle buluşan “Tempo” adlı haftalık haber programını hazırlayıp sunan yazar, bir yıl sonra üçüncü kitabı Sen Olsaydın Yapmazdın, Biliyorum isimli romanını paylaştı. Aşk ve dostluk ilişkilerini üç birinin etrafında dönen bir öykü ekseninde ele aldığı bu kitabıyla Başar, Türkiye’nin en fazla okunan yazarları arasına girdi.

Yazar 1996 senesinde “Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları” adlı kitabını Türk literatürüyle tanıştırdı. Kısa sürede en fazla satan kitaplar arasında yer alan roman, yine insan ilişkilerini sorguluyor ve duygusal gel-gitler ve kararsızlıklar üzerinde duruyordu. Yazı ve testlerinin bir kısmını İğreti Yaşamlar adlı kitabında toplayan Başar, ironiyle duygusallığı, hayalle gerçeği, tarihle bugünü birbirine bağladığı bu çalışmasında politikadan aşka, evrensel değerlerden kimliklere, teknolojiden dine, günümüz dünyasını mercek altına aldı.
Başar, çok okunan ve konuşulan romanlarından sonra çeşitli gazetelerde sürdürdüğü köşe yazarlığında da değişik bir tarza imza atarak ilgi topladı ve iletişimciler tarafından verilen ‘Köşe yazısı ödülü’nün sahibi oldu.

En son Başucumda Müzik adlı romanını yayımlayan yazar, gazeteci- yazar Çiğdem Anat‘la birlikte NTV için Siyaset Hakkında Her Şey isimli programı hazırlayıp sağlamaktadır.

SELDA GÜLAY’IN KÜRŞAT BAŞAR’LA MODA TÜRKİYE İÇİN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ RÖPORTAJ

Kürşat sen, dönem dönem yaptığın farklı işlerle ön plana çıkıyorsun.. Son zamanlarda da konuklarından post prodüksiyonuna kadar ilgilendiğin bir televizyon programın var. Bu aslında Fransız kanallarından aşina olduğumuz bir format…. Bu masa başı sohbetleri halka daha mı içten ve sıcak geliyor?

KÜRŞAT BAŞAR:

Tabii, biz bunu yaparken “bu tutacak mı, insanlar bunu beğenecek mi” diye kendi içimizde epeyce tartıştık aslında. Hatta birden çok insan , ‘ yemek yerken sohbet…. ayıp olur’ dedi. Gelen konuklar, özellikle hanımlar, yemek yemeyebilir, ekranda hoş durmaz… endişesını ilk başlarda çok yaşadık… Ama deneyelim ve görelim dedik.. Şimdi televizyon programlarının belirli bir formatı var.. orada da belirli bir host ya da 2 tane sunucu var.. gelen konuklara sorular soruyor, konuklarda sırayla tahmin ettikleri yanıtlarını veriyorlar. Yani konuklar soruları tahmin ettiği için zaten gardını alıyor. Ben istedim ki, bu böyle olmasın da, insanlar değişik konularda konuşsunlar….. Çünkü mesela bir futbolcuyu futbolla alakalı bir programa çağırdığın zaman, o’nu kişilik olarak tanıman imkansız. Çünkü o bildiği bir hususta görüşlerini bildirmiş oluyor. Ben de dedim ki, değişik kesimlerden insanları bir araya getirelim ki değişik bir şey çıksın ortaya.

Bu programda Türkiye’de aslında çok mühim olan ve televizyona hiç yansımayan entellektüel birikimin de yansıtılmasını sağlıyoruz. Neden yansıtmıyor? Bazı konularda uzman kişilerın konuşması seyirciye ağır geliyor, didaktik bir tarz olduğu için seyirci sıkılabiliyor. Halbuki programa katılan genç bir kızımız, diğer konuk olan arkeolağa Çatalhöyük ile alakalı bir soru sorduğu zaman, arkeolog kendi meslektaşlarına anlattığı gibi anlatamıyor; mecburen daha basit bir dille anlatmak zorunda kalıyor.. Dolayısıyla da bütün televizyon seyircisi de bunun ne olduğunu anlayabiliyor, işte benim yapmak istediğim şey de buydu. Yani Muazzez İlmiye Çığ’da geliyor, Celal Şengür’de geliyor, ya da bir profesör de geliyor ve bizlerin anlayacağı biçimde hadiseleri anlatmak zorunda kalıyorlar….

SELDA GÜLAY

Peki ülkemizin ekonomik durumunu da gözönünde bulundurursak, programın bir stüdyoda ve stüdyo spotları altında değilde, son derece şaşalı bir ortamda, şık insanlar, gümüş çatal bıçaklarla donatılmış bir masada ve bir yalı atmosferinde olması acaba bir eleştiri gelir mi düşüncesini oluşturmadı mı kafanda?

KÜRŞAT BAŞAR:

Hayır ama bunu bana ilk başlarda da dile getirdiler. Ben şöyle düşünüyorum açık söylemek gerekirse…. Benim hayatta bir tavrım var ve tüm yaptığım işlerde bunu gösteriyorum. Yani, ben neysem onu yapmaya çalıştım….
Mesela bana seneler önce de derlerdi ki, bir yazar niye bu kadar şık olabiliyor. Ne yapabilirim ki ben çocukluğumdan beri böyleyim. İlla yazarım diye sakal mı bırakmak durumundayım…. Bunlar çok klişe şeyler.. Mesela yazar sakallı ve pipolu olur diye bir tanım yok; o 1960’larda Fransa’da çıkmış bir moda zaten ve geçti modası…. Balsac zamanında çok daha havalı giyinirdi yazarlar.. mesela biz de Abdülhak Şinasi, Reşat Nuri Güntekin yada Yakup Kadri’ye bakarsan çok daha şık giyinirlerdi, şapkaları ve şemsiyeleri ile herkes tiril tirildi.. Niye, çünkü o zamanda o modaydı….

Şimdi gelelim programa, ben seyircinin ya da okuyucunun “içtenyeti yahut da yalancılığı” gayet iyi anladığını biliyorum… Bunun için de beni anladıklarını düşünüyorum. Ayrıca televizyon çok görsel birşey.. yani bu yalnızca konuşma programı ve biz iki sandalyeye oturup konuşalım olmamalı. Sohbet ile birlikte görsel bir renk vermeli seyredenlere… Bu görsellik programa bir bütünlük sağlıyor.. gelen konukları o ortama sokuyor.. misal verilecek olursa bizim programımızda insanlar birbirleriyle konuşurken de çok dikkatli, bir açıklama yaparken de dikkatli.. Zerafetin Türkiye’de unutulduğunu düşünüyorum; özellikle de televizyonun bunu çok pompaladığı görüşündeyim. Biz o zerafeti de burada göstermek istiyoruz ve gösteriyoruz da. Çünkü yeni yetişen kuşaklar yönünden da örnek olmalı… birden çok annenin bana teşekkür ettiği de olmuştur.

SELDA GÜLAY

Radyo, televizyon, kitaplar ve müzik.. – ki programını seyredenler saksafon solo performasına dahi şahit oldu. Tüm bunlar duygu ve düşüncelerini aktarma yolun mu?

KÜRŞAT BAŞAR:

Tabii… Benim için bunların hepsi birer malzeme.. Kendini tanımla dersen, ben, bir yazarım … Her zaman tüm işlerin altında yazı mevcuttur.. yazı olmayan hiçbir iş yoktur.. önce hayal kurarsın, sonra yazıya dökersin ve benim temel işim budur. Bu da ne işe yarar: senin duygu ve düşüncelerini bir başkasına aktarmana …. Radyodaki yorumlar, televizyon programı, köşe yazıları, gazetecilik, tüm bunlar kendi hissiyatımı, düşüncelerimi bu ülke hakkındaki fikirlerimi aktarabilmenin bir yolu.

SELDA GÜLAY

Peki niye hep buruk, kırık, zor elde edilen bir aşk hikayesi ya da yasak bir aşkın öyküsü? Bunların anlatımı daha mı keyif veriyor sana? Ya da herkesin böylesi bir öyküsü mevcuttur, diyerek duyguyu oradan mı yakalıyorsun?

KÜRŞAT BAŞAR:

Aslını söylemek gerekirse benim yazdığım tarz, biraz daha felsefi.. bir hayat felsefi yazıyorum. Asla bir olayın takibi, sonunda ne olacak, kahramanları da ya da başlarına ne gelecek türünde bir roman değil. Benim ki, duygu ve düşüncelerin anlatıldığı, bireylerin iç hesaplaşmalarını, psikolojilerinin yansıtıldığı bir tarz . Ve ben bunları anlatırken hayata dair düşünceleri daha yoğun olarak aktarabiliyorum … şimdiye kadar içimden ne geçtiyse onu yazdım, ama bir aşk öyküsünün yazıya dönüşmesi filme dönüşmesi ya da sizi etkilemesi için genellikle ya ulaşılamayan ya yarım kalan , hüsrana uğramış ya da yasak bir aşk olması gerekir…. Erenlere sormuşlar, ‘Aşk nedir?’ Erenler de ‘adam kızı sever , kavuşamaz, aşk olur’ demiş. Ama bunun arka planında, insan ilişkisi, dostluklar, yalnızlık, ölüm … bak benim kitabımda ölüm teması da çok fazla işlenir, ama çok dikkat çekmiyor yani kitaplarımda aşk kadar birden fazla duygu, hesaplaşma, aile ilişkileri de var ama aşk hikayesi daha etkili oluyor.

SELDA GÜLAY

Pek çok birinin ortak düşüncesi ‘Kürşat Başar gibi kadın ruhundan anlayan erkek var mı? Nedir bu ? çok mu annelerle, teyzelerle büyüdün, kadınları çok mu iyi tanıyabildin ki onları iyi anlayabiliyorsun?

KÜRŞAT BAŞAR:

Yani bu aslında bana size geldiği kadar çok acayip gelmiyor…. Aslını söylemek gerekirse kendi adıma çok da emin değilim böyle mi? değil mi? Ama şöyle düşünürsek, ben kendimi bildim bileli kadınlarla beraberim. Doğrusunu istersen, mesela erkek dostlarımla ne konuşurum , erkek dostlarımla konuştuğumun bir milyon katını bayan dostlarımla konuşurum. Ve tabii derinlik olarak bakacak olursak, bir erkek bir kadını etkilemek ister.. bir kadını tanımak ister. O’nu öğrenmeye çalışır, keşfetmeye çalışır… Ben bir erkek arkadaşım için böyle bir çaba göstermem hiç bir zaman.. zaten hiçbir erkek de göstermez. Dolayısıyla böyle bir hassas bakış açım da varsa; bütün o kadınlarla olan konuşmalarımdan, ilişkilerimden onlarla yaşadıklarımdan bunları öğrenmem daha mantıklı geliyor bana. Aslını söylemek gerekirse bir erkeği anlatmak, bana göre daha zor.

Mesela sen kendini karşıdan o kadar iyi göremezsin ama ben seni karşıdan görüyorum, sana uzaktan bakabiliyorum ya da seninle alakalı birşey düşünebiliyorum. Kendini o kadar net göremeyebilirsin. Başucumda Müzik’de çok yaşlı birinin gözünden, üstelik benim yaşamadığım zamandaki gençliğini anlatıyorum. O, çok daha zor aslında bir kadını anlatmaktan ….

SELDA GÜLAY

Yeri gelmişken; bende kitabını okurken en fazla etkilendiğim kısmı söyleyim.. ‘Başucumda Müzik’ bir kadının dilinden serbest çağrışımlarla anlatılan bir aşk hikayesi … Senin bir kadının gözüyle bakıp hikayeyi anlatman zor; ama sen halen portakalda vitaminken 50’li – 60’lı senelerı, Ankara’nın politik ortamını, balo salonundaki partileri, lobideki çay saatlerini ve karakterlerin betimlemelerini o kadar güzel anlatmışsın ki bu bana çok daha zor geliyor.

KÜRŞAT BAŞAR:

Teşekkür ederim … Haklısın.. hele teknik olarak çok zorlandım; ama sonuçta oldu… Genelde dikkat edersen tarihi romanlarda yazarın biraz mesafeli bakışı mevcuttur. Dolayısıyla bazı şeyleri net anlayamazsın, günlük yaşamında ne yaparlar, ne ederler… Mesela imparatorla alakalı bir film seyret ,tamam kılıçlar, kalkanlar, savaşlar yapılıyor ama nasıl bir kişidir bu … genellikle bizim tarih diye bildiğimiz şeyler ana hatlardır, çok detaylar değil. Bak, mesela ben anneme soruyorum, 1958’de nasıl bir ütü kullanıyordunuz? hatırlamıyor… Ama mühim bir toplumsal olay olmuş, o hatırlanıyor. Çünkü yazılı bunlar.. ama diğer detay bilgileri bulmak çok zor, yazılı değil ve kayda geçmemiş… Özellikle de Türkiye’de gündelik hayat kaydedilmiyor. Şimdi belki televizyonunda etkisiyle daha kolay. Ama 1950’lerdeki hayata dair bilgilere ulaşmak bi hayli zor… kısmen dönem filmleriyle belki.. Bunun için kitabın araştırma ve yazım evresi iki seneden daha fazla sürdü. Çok ayrıntılı araştırmalar yaptım ve bazen zorlandım….

SELDA GÜLAY

Çok araştırdığın belli zaten okurken o duyguya kapılıyorum, orada çok naif bir kadın var giyimiyle, aksesuarıyla tavrını destekleyen betimlemelerin var, özellikle karakterleri tahlil ederken neler yaptın?

KÜRŞAT BAŞAR:

Şimdi moda ile alakalı bölümden başlayayım.. Bu kitapta tarih hiç verilmiyor. Ama aslında bir edebiyat tarihçisi bunu inceleyecek olursa, yıl yıl, küçük ipuçlarıyla anlaşılıyor .. Mesela Chanel’in bir çantası, hangi yıl modaydı o model? ya da bir şarkıdan bahsediyorum diyelim.. o şarkı 1956’da liste başı- işte bunları bulup koyuyorum oraya- aslında kitapta tarih olmasa da, bu gibi detaylardan çok meraklı birisi anlayabiliyor.

SELDA GÜLAY

Mekan anlatımlarında o dönem Ankarasını, İstanbulunu yaşayan birilerine danıştın mı?

KÜRŞAT BAŞAR:

Bunları yapmadım . Bu çok yanıltıcı birşeydir, bunların hepsini gazete ,dergi arşivlerinden ve kitaplardan buldum. Tabii kitabın yurt dışındaki bölümleri için Londra, Venedik, Paris gibi yerlerdeki araştırmalarım daha kolay oldu. O dönemin oradaki alışveriş merkezlerinde satılan eşyaların kataloglarına kadar getirttim, makyajı nasıl yapıyorlardı? kıyafetler,aksesuarlar nasıldı ?dönemin filmleri, dönemin modacıları, kreasyonaları,…..mesela adama bir kalem armağan ediyordu hatırlarsan, o kalemin detayına, formuna kadar… Bunların hepsi tarihli ,zaten tüm bu araştırmaları yaparken ben de 50’lerde yaşamış kadar oldum.

SELDA GÜLAY

Bir gün Deniz Adanalı ile konuşuyorduk. Bana 50’li 60’lı senelerda insanlar bir disiplin çerçevesinde sosyal hayatta yerini alırdı.. suareler şıklık yarışına dönerdi, herkes nerede ne, nasıl giyineceğini, davranacağını bilirdi, yol yordam vardı…. demişti. Sen bu hisse kapıldın mı?

KÜRŞAT BAŞAR:

Tabii.. Aslını söylemek gerekirse bu kitabı yazma nedenlerinden bir diğeride şuydu, ve bence aslında okuyanlar bir çok sebep söylüyorsa da beğenmelerinin nedenlerinden bir diğeride bu bence .. Buradaki saflık mühimydi . Burada saf birşey var… Mesela o zaman bir kadın kendine puantiyeli bir elbise aldığı zaman ben fazla seksi oldum diye düşünmüyordu ve ona birisi baktığı zaman ona ne seksi kadın demiyordu, ne kadar hoş, ne kadar güzel bir hanım diyordu. Başka bir duygu varmış. O dönem filmlerini de seyrettiğimizde Grace Kelly ya da Audrey Hepburn tiplemelerinde o safiyeti ve şıklığı görebilsin. İşte insanlar bunu özlemeye başladılar. Çünkü gerçekten orada bizim kaybettiğimiz bir değer var. Benim babam odasına kim girerse girsin, hangi konumda olursa olsun yanında çalışan da olsa ayağa kalkardı. Hala bizim büyüklerimiz bir küçük kız bile girse bulundukları yere hep birlikte ayağa kalkıp önlerini iliklerler. Şimdi bizim dünyamızda böyle şeyler yok. Mesela genç bir çift yemeğe gidiyorlar, adam gelip yerine oturuyor kadın ayakta kalıyor, beklemeden yemeğe başlıyor. Çok mu mühim peki bunlar ….bence mühim…

SELDA GÜLAY

Bence çok çok mühim. Güzel duygularla anlattığın hikayeyi beyaz perdeye aktardığın zaman aynı tadı bırakamamanın endişesi var mı içinde?

KÜRŞAT BAŞAR:

Evet, korkuyoruz aslında bundan. Şu sıralar onunla uğraşıyoruz ilk konusunu yazdım ve şimdi de yavaş yavaş çekim konusunu yazacağım.

SELDA GÜLAY

Maide hanımın vesameti konumlandırıken bir anlatım kaybı olabilir mi?

KÜRŞAT BAŞAR:

Şimdi hiçbir zaman bir roman sinemaya birebir aktarılamıyor. Çünkü romanın şöyle bir özelliği var: sen ne kadar ayrıntılı anlatsan bile kafanda bu kadınlar farklı tipte canlandırılıyo.. İşte edebiyatın güzel tarafı seninle ortak bişeyler yapabilmesi. evet ben sana birşey anlatıyorum ama sen onu kendi birirkiminle, hayallerinle, düşüncelerinle birleştiriyorsun ve biz aslında seninle ya da Ayşe, Fatma’yla bir kez daha kitap yazıyoruz. Onun için bir romanla alakalı konuşalım, ikimizin kafasında da bambaşka tipler mevcuttur. On yıl sonra oku yine yabancı gelir o düşünce, halbuki roman aynı roman… Herkesin kafasında bir kurgu mevcuttur, doğal olarak yönetmenin kafasında da bir kurgu olacak, sonuçta resimleri o çekecek … kitap aslında filme çok uygun çünkü ben resim resim yazdım, otelin penceresinden tüllerin uçuşması, balo salonunda merdivenden inişin resmi var, hatta müziği dahi hazır … Senaryo gibi aslında ama buna karşın nasıl bir ışıkta çekilecek? kamera açıları ? yakında zamandan mı, uzaktan mı çekecek.. bunlar tabii ki yönetmenin sinema diliyle olacak.

SELDA GÜLAY

Bunun cast çalışması apayrı bir incelik ama özellikle dönemi anlatan bu romanda görsel sanat yönetmenliği de çok önem kazanıyor. Buna müdahelelerin olacak mı?

KÜRŞAT BAŞAR:

Evet .. Filmin genel sanat yönetmeni benim zaten .. Ama tabii ki o kadar ayrıntılı bilemeyeceğimden, bir de sanat yönetmeni ve ekibi olacak. Bunun bunun yanında, o dönemi bilen danışmanlar da olacak. Doğrusu, Türkiye’de şu anda yapacağımız türden bir çalışmanın bundan öncekilerde yapıldığını sanmıyorum. Çünkü çok detay var ve bir de tabii çok titizleniyorum. Dolmakalemden, ayakkabının üzerindeki küçük kiraza kadar detaylar var ve tüm bu ayrıntılar aslında bir sanat eserini oluşturuyor. Basitmiş gibi duruyor.. genelde baktığın zaman hikayenin hiçbir önemi yok, milyon kere yazılmış bir hikaye. kadın kocasını aldatıyor ya da bir bakanın yaşamını anlatıyorsa , o hikaye orada senelerdir duruyordu ve kimseler ilgilenmemişti. Ama bu detayları, atmosferi kurmak çok mühim … inşallah filmde de bunu yakalarız.

SELDA GÜLAY

Hikayelerinin felsefi ya da duygusal anlatımını bir kenara koyarsak, kahramanlarını giydirirken neye dikkat ediyorsun. Mesela kırılgan saf, naif bir kadını nasıl giydirirsin?

KÜRŞAT BAŞAR:

Ne anlattığım, anlattığım dönem ve o kişilik çok mühim.. Herşeyi o belirliyor aslında. Misal verilecek olursa 17-18 yaşlarındaki bir genç kızdan bahsediyorsam, o zaman o yaşa uygun bir şeyler giymeli, ama o kız nasıl bir kız? ’Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları’ kitabımda küçük bir kız kendisinden yaşça büyük bir adama aşıktı ve O’nu etkilemeye çalışıyordu. orada çok enteresan ve beklenmedik bir kıyafet giyiyordu, bu kitabımda da Ayla kişiliği, -biliyorsun arkeolog zaten- spor giyiniyor, daha erkeksi, daha Avrupai giyiniyor. Ana karakter daha zarif, daha şık kıyafetler giyiyor. Maide hanım ise çok elegancei pahalı ve marka giyiniyor.. Keza Fuat bey her daim şık, dönemin modasını takip eden ,iğnesinden, mendiline, kravatına ayakkabısına kadar dikkat eden bir adam.. Mesela ben Fuat beyi, evin içinde beraber otururlarken bile pijamayla hatta robe de chambre giymiş bile düşünemiyorum, en azından yakası açık bir gömlek var üzerinde…

SELDA GÜLAY

Senin giyim tarzın rahat ama şık.. Doğru tarzı bulana kadar kararsızlığın ya da coşmuşluğun oldu mu?

KÜRŞAT BAŞAR:

Tabii, ben 15-16 yaşlarındayken biraz hippi gibiydim,saçlarım uzundu, t-shirtler, yırtık jeanler, hani gençlerin isyankar dönemi olur ya; işte o havalardaydım.. Hatta annem fenalıklar geçirirdi, eyvah bu çocuk yine aynı gömleği giyecek diye…. o zaman umursamaz havalarım vardı.. hatta okula bile öyle gittiğim olurdu; değişik bir tiptim.. arada bir okula üniforma gibi bir kıyafetle ,arada bir blue jean, arada bir de takım elbise kravatla giderdim.. ne yapacağım pek belli olamazdı.

SELDA GÜLAY

Programda popüler müziğin isimlerini de ağırlıyorsun.. Farkında mısın devamlı imajlar değişiyor, arabesk müziğin isimleri takım elbise ve bağrı açık gömleğe fikslenmiş.. Sanat müziği icra edenlerde de ek olarak kravat var, pop müzik dünyası ise kaygan bir zemin imajları albümle birlikte değişiyor, ne düşünüyorsun?

KÜRŞAT BAŞAR:

Tabii…Popüler kültürde bütün dünya çapında böyle değişimler var, özellikle de genç kuşakta bu daha hakim.. ama daha sağlam duran sanatçıların, misal verilecek olursa Sezen Aksu’nun böyle bir tavrı yok; imajımı yenileyim ya da değişmeliyim gibi bir derdi yoktur… Bence bu bir marketing çalışması. Değişim, genç nesilin içinde var.

SELDA GÜLAY

Kürşat,sen bir restauranttasın karşıdan da müthiş güzel bir kadın geliyor…yaklaştı ve farkettin ki, a)ağzında kocaman bir ciklet b)kırmızı ojeleri çıkmış c)dekoltesinde kötü bir dövme d)elbisesinde lekeler var yani kirli….bunlardan hangisi seni irite eder…ya da hepsi mi?

KÜRŞAT BAŞAR:

Valla ben biraz fazlaca dikkatliyim,hatta arada bir kız dostlarım ‘pes yani bunuda mı gördün’derler… böyle dediğin gibi birisi içeri girse ben O’nu öyle seyretmem.. öyle bir huyum yoktur.. ama bakacak olursam da, detayları çok iyi görürüm ve kendime göre bazı zevklerim mevcuttur; tutucuyumdur aslında… Mesela belli bir ayakkabıyı giyiyorsa orada bitmiştir.. hadi öyle demeyeyim ama beni irite eder… Benim için sade ve kendisine neyin yakıştığını bilen biri mühimdir..

Bir şey çok şıktır ama almazsın,çünkü sana olmaz.. belki 20li yaşlarda ya da daha yapılı birinde daha şık ve güzel durabilir ama ben de durmayabilir… O yüzden ille de şık diye onu almam, çünkü kendime neyin yakıştığını bilirim… Kadınlar için de aynı şey geçerli illa ki moda diye 1.80 lik boyuna 15 cm. topuklu ayakkabı da giymemeli..her gördüğünü almamalı… insanın kendine özgü seçimi olmalı ve o senenin modasından eklemeler yapmalı.. Ben seni gördüğümde yine beyaz gömleğini giymiş ve yakasına yine bir şey takmış demeliyim yani senin tarzın ve seni tespit eden bir şey olmalı… yoksa devamlı kendini değiştiren birinin kişiliğinden de şüphe ederim….

SELDA GÜLAY

Senin konservatif tavrın gardrobuna da yansımıyor mu?

KÜRŞAT BAŞAR:

Eşyalara bağımlılığım yoktur. Ama ayakkabılarım hep aynı tiptir. Hatta dostlarım ,gidip yine aynısından mı aldın derler.. Bazen ayakkabının modeli değişir, kızarım niye modeliyle oynuyorsunuz diye.. Gömlek içine beyaz t-shirt giyerim.. üzerimde yazın bile gömlek mevcuttur.. Hele şort giyen erkekler bana çok absurd geliyor, hala alışamadım buna..

SELDA GÜLAY

Ben de beyaz pantalon giyen erkeğe…

KÜRŞAT BAŞAR:

Beyaz pantalon mu ben de … hele çok renkli kombinlere dayanamıyorum… cart sarı, turuncu ya da desenli desenli gömleklere…

SELDA GÜLAY

Kürşat çok teşekkürler, çok keyif aldım… ama artık seni işlerinden daha fazla alıkoymayalım..

KÜRŞAT BAŞAR:

Ben fazla teşekkür ederim…
Kaynak:Bilgisayfam.net

bestnich altyazılı porno porno nulled script