Mimar Sinan Kimdir? Evi nerede? Nerede oturuyor?

Mimar Sinan kimdir?, Mimar Sinan kaç yaşında?, Mimar Sinan evi nerede?, Mimar Sinan nerelidir? Mimar Sinan ev adresi?, Mimar Sinan kaç yaşında?, Mimar Sinan nerede oturuyor?, Mimar Sinan nerede yaşıyor? gibi sorularınızı yanıtlamak için Mimar Sinan hakkında ayrıntılı bir biyografi sayfasını siz değerli okurlarımız için bir araya getirdik. 15.Nisan.148917.Temmuz.1588 senesinde doğan Mimar Sinan şu an için 99 yaşında ve Koç burcundandır. Mimar Sinan doğum yeri ise Kayseriİstanbul olarak bilinmektedir. Meslek yaşamını ise Mimar olarak devam ettirmektedir.

Mimar Sinan Kimdir? – Mimar Sinan Evi Nerede? – Mimar Sinan Nerede Oturuyor?

Mimar Sinan Kimdir?, evi nerede?

Mimar Sinan, Koca Sinan diye de anılan, Kanuni Sultan Süleyman dahil üç büyük Osmanlı padişahı zamanında yaşamış, dünyanın en büyük mimar ve yapı sanatçılarından.

Mimar Sinan, 15 Nisan 1489 tarihinde Kayseri‘nin Ağırnas köyünde dünyaya geldi.

22 yaşında, Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığı esnasında başlatılan ve Rumeli‘de olduğu gibi Anadolu‘dan da asker devşirmeyi öngören yeni bir uygulama sebebiyle İstanbul‘a gelişinin sonrasında, orduya asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı‘na giren ve dülgerliği öğrenen Sinan, burada, yapı işlerinde de görev alırken, çağın ileri gelen mimarlarının yanında çalışma fırsatını da elde etti.

1514‘te Çaldıran Savaşı ve 15161520 içerisinde yapılan Mısır seferlerinden sonra, İstanbul’a dönüşünün sonrasında Yeniçeri Ocağı‘na alınan Sinan, Kanuni zamanında, 1521‘de katıldığı Belgrad, 1522‘deki Rodos seferlerinden sonra subaylığa yükseldi. Bu seferlerde önceleri yeniçeri piyadesiyken yaptığı hizmetler ile atlı sekbanlar içindeki yerini almış olan Sinan, daha sonra katıldığı Mohaç Savaşı’nda acemi oğlanların yayabaşılığı görevini yapmıştır.

1526 senesinde, yayabaşı olarak çıktığı Mohaç seferinden sonra, cephane sorumlusu görevi verilen Mimar Sinan, 1529‘da Viyana, 1529 – 1532 içerisinde Almanya, 1532-1535 içerisinde da Irak’a gerçekleştirilen, Bağdat ve Tebriz seferlerine katıldı.

1524 Irakeyn Seferindeki olağanüstü çabası Lütfü Paşa’nın dikkatini çekmiş. Artık bu tarih onun yaşamının dönüm noktası olmuş çünkü Lütfü Paşa ona bir kadırga yani savaş gemisi yapmasını istemiştir. O da Tatvan’da bu kadırgayı yaparak kadırgayı silahlarla donatmış ve Safeviler üzerine keşif turu yapmıştır. Üstelik geminin başında da kendisi durmuştur. Son Bağdat seferinde, Van Gölü‘nün üzerinden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması, Sinan’a haseki ünvanını getirdi.

1536‘da Pulya seferlerinin sonrasında çıkılan, 1538 senesindeki Moldova seferinde, Prut Irmağı üzerinde yaptığı bir köprüyle dikkatleri üstüne çekerek, Yüksek Dergah Mimarları Başkanı olan ve 1539’da, Mimar Acem Ali‘nin ölümü üzerine onun yerine Saray Başmimarı olan Sinan, ölümüne kadar, güncel devlet sisteminde bayındırlık bakanlığı adını almış bu görevi sürdürdü.

Daha sonra ordunun yapı ihtiyacını karşılamaya yönelik kollarda çeşitli görevler üstlenen ve bu çalışmalarıyla öne çıkan Sinan, katıldığı yapım ve onarım çalışmalarıyla ve orduyla birlikte sefere gittiği yerlerde gözlemlediği farklı mimari yapılarla kendini eğitti.

Mimar Sinan’ın mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar Halep’de Hüsreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Paşa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesi’dir.

Osmanlı’nın en güçlü çağında yaşayan ve Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat olmak üzere, üç padişah zamanında mimarbaşılık eden Mimar Sinan, imparatorluğun gücünü simgeleyen mimarlık başyapıtlarının tasarlanıp uygulanmasında en büyük rolün sahibiydi.

Elli yıla yakın süreyi kapsayan, Osmanlı Devleti’nde yaptığı mimarlık görevi boyunca, yapılarında gerçekleştirdiği deneyler ve getirdiği yeniliklerle, zirveye taşıdığı OsmanlıTürk mimarlığının bireşim sürecini tamamlayarak, arayış aşamasından, klasik döneme geçiren ve hem Doğu, hem Batı ile ilişki içinde oldu. Anadolu ve Akdeniz kültürlerine sahip çıkan bir Osmanlı – Türk İslam mimarlık bileşimi ortaya çıkaran Mimar Sinan, birçoğu İstanbul’da olan, 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 okul ve darülkurra, 22 türbe, 17 imaret ve 3 darüşşifa, 7 su yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 köşk ve saray, 6 ambar ve mahzen, 48 hamam ve kaydı olmayanlarla beraber, üç yüz elliyi aşkın yapının baş mimarlığını üstlendi.

Yeniçeri ordusunda bir asker olarak değil, istihkâm işlerinin idare ve tasarımından sorumlu olarak görev yapan Mimar Sinan’ın ilk yapıtı, 15361537 içerisinde yaptığı, Halep’teki Hüsreviye Camisi’dir. İstanbul’daki ilk yapıtı 1539’da inşa edilen Haseki Külliyesi olan Sinan’ın, mimarbaşı olduktan sonraki ilk büyük ve mühim yapıtı ise, 15431548 seneleri içerisinde yapılan, kendisinin çıraklık dönemi yapıtı olarak tanımladığı zamanda yaptığı, dört ayağın taşıdığı ve dört yarım kubbenin desteklediği bir kubbe ile örtülü olan, içerde daha aydınlık bir mekan yaratmanın amaçlandığı ve dış görünümün kitlesel etkisi azaltılan, İstanbul’daki Şehzade Mehmed Camisi’dir.

Daha Sonra yaptığı, Üsküdar‘daki Mihrimah Sultan Camisi’nde, yarım kubbelerin sayısı üçe aşağı indirilerek daha sorunsuz bir iç mekan elde etmeyi deneyen Sinan’ın, kalfalık dönemi yapıtı olarak adlandırdığı, Osmanlı – Türk mimarlığının en mühim yapılarından biri olan Süleymaniye Camisi ve Külliyesi’nin yapımında, İstanbul’daki Bayezid Camisi‘nde kullanılan taşıyıcı sistem tekrarlanarak, dört ayak üstüne oturan kubbe, mihrap yönündeki yarım kubbelerle desteklenmiştir.

Süleymaniye, Ayasofya ile yaşanan strüktür probleminun, Sinan tarafından ikinci kez ele alınışıdır. Darülkurrası, darüşşifası, hamamı, imareti, altı medresesi, dükkânları ve Kanunî Süleyman ile Hürrem Sultan‘ın türbeleriyle büyük bir alana yayılmış kentsel bir düzenleme ve Türkler’in dinsel yapılara toplumsal hizmet yapısı içeriği katmalarının en mühim örneği kabul gören Süleymaniye’de, kubbe ve yarım kubbeler, yüklerini, uyumlu geçişlerle bir sonrakine iletirler. Dönemin ileri gelen tüm sanatçılarının katkıda bulunduğu ve İstanbul’un Haliç‘e bakan tepelerinden birinde bulunan bu yapı, her ayrıntısıyla bir bütün olarak ele alındı ve yedi yıl gibi kısa bir sürede bitirilerek, Sinan’ın mimarlığının bunun yanında, organizasyon ve örgütlemedeki becerisini de açığa çıkardı.

Sinan, ustalık dönemi yapıtı olarak nitelendirdiği, Klasik dönem Osmanlı-Türk mimarlık bireşiminin dilini ortaya koyan, kaidelerinı tespit eden fazla mühim bir başyapıt olan Selimiye Camisi’nde, İstanbul’daki Rüstem Paşa Camisi‘nde çözmeye kubbeyi sekizgen bir plan üstüne oturtma problemi tekrar ele alarak uyguladı. 31 metreyi geçen çapıyla, en büyük kubbesini inşa eden Sinan’ın, külliye’nin öteki yapılarını camiye göre arka planda tuttuğu Selimiye, strüktür mekân oluşumu, oranları ve süslemeleriyle Osmanlı’nın en mühim mimari yapılarının başında gelir.

1557’de bitirdiğı ve kendisine “Koca” ünvanını getiren, Süleymaniye Camisi, Mimar Sinan’ın başyapıtıdır.

Sultan III. Murad zamanında Mekke’nin onarımı için Hicaz’a gönderilen Sinan, 1573’te bitirdiğı, Kasımpaşa’daki Kaptanıderya Piyale Paşa Camisi’nde eski ulucamilerin planına dönüş yaparak, kuruluş döneminin donanımlarıyla, uzun mimarlık hayatı boyunca edindiği tecrübelerin sentezini uyguladı.

Birçok eski yapının onarımı ve restorasyonunda da görev alan Mimar Sinan, bütün yaşamı boyunca, İstanbul, Edirne, Ankara, Kayseri, Erzurum, Manisa, Bolu, Çorum, Lüleburgaz, Kütahya, Gebze, Babaeski, Çorlu, Bolvadin, vb. Anadolu kentleriyle, Halep, Şam, Sofya, Hersek, Budin, Rusçuk gibi, imparatorluğun her yanına dağılmış topraklarda suyolları, çeşmeler, camiler, külliyeler, medreseler yaptı. Bu yapıların bazılarının inşasında direkt kendisi bulunmasa da, öğrencilerini ya da kendine bağlı mimarlar grubunu görevlendirirdi.

Her zaman işleve, taşıyıcı sisteme, yapının bulunduğu yere göre en uygun olacak şekili araştıran Sinan’ın türbeleri, bu denemeci tutumunu öteki işlevlerde de sürdürdüğü düşünce tarzını yansıtır. Sinan’ın yapılarının, yola çıkış noktası geleneksel şekil ve plan şemaları olmasına karşın, bunlara katı bir halde bağlı kalmayan, koşulların gerektirdiği yerlerde yeni şekillere yönelen ve böylece eski ile yeni içerisinde bir bağ oluşturabilen Sinan’ın yapıları, mimarlık yönünden olduğu kadar mühendislik yönünden da öneme sahiptir.

Bu üslubuyla, “ser mimârân-ı cihan ve mühendisân-ı devran, dünya çapındaki mimarların ve zaman içindeki mühendislerin başı” şeklinde anılan Sinan’ın yapılarının çoğunun, 400 sene sonra bile ayakta duruyor, hatta kullanılıyor olması, onların taşıyıcı sistemlerine olduğu kadar temellerine de özen gösterilmiş olmasındandır.

Mimar Sinan’ın klasik dönem olarak adlandırılan mimarlık anlayışı Ayas, Şecca, Acem Ali, Küçük Sinan, Davut Ağa, Ahmet Ağa, Kemalettin, Yusuf Mehmet Ağa, Süleyman Ağa, Muslihittin, Hüseyin Çavuş, Hacı Hasan, İbrahim gibi mimarlar tarafından sürdürülmüştür.

İstanbul’un su probleminu çözmekle görevlendirilen Sinan’ın mühendis yanı su yolları ve köprüleri yaparken yaşandı. Bentleri, tünelleri, su yolları ve su yolu kemerleriyle, biriktirme ve dağıtma yapılarıyla, uzunluğu 50 kilometreyi aşan ve Kırkçeşme adıyla anılan su yapılar inşa eden Sinan, bu yapıların bazılarında zamanın mühendislik bilgilerini de aşan çeşitli tasarımlara imza attı.

Yapım metotlarınin, yapı malzemeleri ve yerel – iklimsel koşullarla uyum içinde olduğu Mimar Sinan zamanında, yaşanan şekiller, toplumun büyük bir çoğunluğunca benimsenen simgelere dönüştü ve mimarlığı uyumlu ve kendi içinde tutarlı bir birleşime götürme yolundaki çalışmaları, yapıya katkıda bulunan öteki sanatları da etkileyerek, imparatorluğun her yerinde ki yapı eylemleri için yol gösterici oldu.

Selçuklu ve erken Osmanlı dönemlerine kıyasla daha rasyonel ve ölçülü olan, gerçekçiliğe, sade ve net anlatıma dayanan Osmanlı klâsik mimarisi, kendine güvenen, tecrübeli ve işinde uzman bir mimar olan Sinan’la zirveye çıktı ve 50 yılda oluşan bu tarz, Osmanlı’nın siyasal ve ekonomik gücünün dorukta olduğu dönemi ile aynı zaman diliminde, Mimar Sinan’ın dehasıyla özgün ve üniversal bir ifadeye kavuşarak, hayat buldu.

Hünkâr, paşalar ve özellikle saraya damat olan zengin vezirler tarafından, siyasal gücün aracı olarak kullanılan anıtsal mimari deşteklenmesiyle, Mimar Sinan’a bağlı olan Hassa Mimarları Ocağı, devletten her çeşit yardımı görerek, sorunsuz bir ortamda çalışma olanağı buldu ve anıtsal yapılar çok kısa süreler içinde inşa edilebildi.

O dönemin Avrupası’nda, Roma’da inşası 160 yıl süren San Pietro Katedrali ve Londra’da, Sir Christopher Wren tarafından, 40 yılda tamamlanabilen St. Pauls Katedrali göz önünde bulundurulduğunda, Sinan’ın, İstanbul’daki Süleymaniye Külliyesi’ni 7, Edirne’deki Selimiye Camisi’ni de 6 yılda tamamlamış olması, 16. Yüzyıl Osmanlı mimarlık ve yapı kurumlarının hızlı ve verimini ispatlar.

17 Temmuz1588‘de İstanbul’da yaşamını kaybettiğünde sonrasında yüzlerce mimari eser bırakan Mimar Sinan’ın beyaz taşlı, sade bir yapı olan türbesi, Süleymaniye Külliyesi’ndeki, Haliç duvarının önündedir.

Mimar Sinan türbrsi, Süleymaniye Camii ‘nin eski ağalar kapısının karşı köşesinde, yol ayrımında üçgen bir alandadır. Önde som mermerden yapılmış bir sebil görülmektedir. Sebilin arkasındaki ufak mezarlıkta 6 sütunlu, üstü örtülü ve etrafı açık türbede Mimar Sinan’ın mezarı bulunmaktadır. Türbesini ölümünden az önce kendisi yapmıştır. 1933 senesinde Mimar Vasfi Egeli tarafından restore edilmiştir. Sandukanın uçları ile üzerindeki burma kavuk, mermerdendir. Sokağa bakan demir parmaklıklı bir pencereden türbe görünür.

Mustafa Kemal Atatürk, yapılarının etkisi ölümünden sonra da süren ve her daimda saygınlığını koruyan Mimar Sinan’ın, bilimsel olarak araştırılmasını ve bir heykelinin yapılmasını istedi.

1982‘de, daha sonradan İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi olmak üzere oluşturulan üniversiteye onun adı verildi.
Kaynak:Bilgisayfam.net

bestnich altyazılı porno porno nulled script