Ömer Seyfettin Kimdir? Nerelidir?

Ömer Seyfettin Kimdir? – Ömer Seyfettin Evi Nerede? – Ömer Seyfettin Nereli?

Ömer Seyfettin kimdir?, Ömer Seyfettin kaç yaşında?, Ömer Seyfettin evi nerede?, Ömer Seyfettin nerelidir? Ömer Seyfettin ev adresi?, Ömer Seyfettin kaç yaşında?, Ömer Seyfettin nerede oturuyor?, Ömer Seyfettin nerede yaşıyor? gibi sorularınızı yanıtlamak için Ömer Seyfettin hakkında ayrıntılı bir biyografi sayfasını siz değerli okurlarımız için bir araya getirdik. 11.Mart.188406.Mart.1920 senesinde doğan Ömer Seyfettin şu an için 36 yaşında ve Balık burcundandır. Ömer Seyfettin doğum yeri ise Gönen, BalıkesirKadıköy, İstanbul olarak bilinmektedir. Meslek yaşamını ise YazarGazeteciAsker olarak devam ettirmektedir.

Ömer Seyfettin Kimdir?, evi nerede?

Türk Edebiyat tarihini ileri gelen isimlerinden biridir. Türkçülük akımının öncülerindendir ve sade Türkçe yazdığı eserleri ile Türk edebiyat tarihine ismini duyuran mühim yazarlardandır.

Türk hikaye yazarı, gazeteci, asker. Osmanlı İmparatorluğu‘nun dağılma sürecine tanıklık ettiği gençlik senelerından beri Türk birliğini savunmuş; Türkçülük akımına yön veren isimlerin başında gelmiş ve dönemin bir çok aydınının etkisi altında kaldığı, yerel dilimizin yabancı kaidelerden arındırılması, özüne dönebilmesi amacını taşıyan Yeni Lisan anlayışını geliştirmiştir. 36 yıllık kısa ömründe, Türk edebiyatının ve özellikle de edebi yazın türlerinden “hikaye”nin gelişimine büyük katkıda bulunan mühim eserler ortaya koymuştur.

Ömer Seyfettin, 11 Mart1884 tarihinde, Yüzbaşı Ömer Şevki Bey ile Fatma Hanım’ın ikinci çocuğu olarak, Balıkesir‘in Gönen beldesinde dünyaya geldi. Dağıstan göçmeni bir aileden gelen babası Ömer Şevki Bey binbaşılığa kadar artan alaylı bir subaydı. Annesi Fatma Hanım, İsfendiyaroğulları’ndan Ankaralı topçu kaymakamı Mehmed Bey’in kızıdır. Eğitim hayatına Gönen’deki bir mahalle mektebinde başladıktan sonra, babasının tayini sebebiyle öğrenimini önce İnebolu, sonrasında ise Ayancık ve İstanbul‘da sürdürdü. Aksaray‘daki Mekteb-i Osmani’ye bir süre devam etmesinin sonrasında, 1893‘te, parasız yatılı olarak Eyüpsultan Askeri Baytar Rüştiyesi’ne kaydoldu. Bu okulların sonrasında, asker olmaya karar verince, Kuleli Askeri İdadisi’ne yazıldı. Buradan da Edirne Askeri İdadisi’ne geçen Ömer Seyfettin, 1900 senesinde İstanbul’a taşındı. Edirne’de ilk yazın çalışmalarına başlayan Seyfettin, yazdığı manzumeleri İstanbul’daki dergi ve gazetelere gönderdi. İlk kez, 17 Şubat 1900 tarihli Mecmua-i Edebiye’de, “Yad” adlı şiiri yayımlandı. Bu dergide, İstanbul’da bulunduğu zaman içinde 13 şiiri daha basıldı.

İlk hikâyesi 1902’de Sabah gazetesinde çıkan “Tenezzüh”tür. (Guy de Maupassant) Maupassant tarzı diye bilinen giriş, gelişme ve sonuç bölümlemeli, vak‘ayı ön plana çıkaran, karakter tahlili ve mekân tasvirini geri planda tutan hikâyeyi Türk okuyucusuna Ömer Seyfettin tanıtmıştır.

Askeri eğitim hayatına, Harbiye Mektebi’nde devam ederken, 1903 senesinde Makedonya‘da çıkan isyan sebebiyle, eğitimli asker ihtiyacının doğması üzerine, “sınıf-ı müstacele” hakkı verilerek, piyade asteğmeni rütbesiyle mezun edildi. Mezuniyetinin hemen sonrasında, Selanik merkezli Üçüncü Ordu‘ya bağlı İzmir Redif Tümeni’nin komutasındaki Kuşadası Redif Taburu’na tayin edilerek, taburu ile birlikte doğrudan Rumeli, Manastır, Pirlepe’de vazifeye başladı; bir yıl sonra 6 Eylül 1904’te İzmir, Kuşadası’na döndü.

1906 senesinde İzmir’deki Jandarma Okulu’na öğretmen olarak atanan Seyfettin, bu süreç içinde, Baha Tevfik, Mehmet Necip Türkçü, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şehabettin Süleyman gibi dönem edebiyatının gözde isimleriyle buluşma fırsatını yakaladı ve buradaki edebiyat çevrelerinde sürdürülen faaliyetleri birebir takip etti. Yönetimsel poblemlerin halka olumlu olmayan bir halde yansıdığı, imparatorluk içindeki ayrılıkçı fikirlerin gün yüzüne çıkmaya başladığı bir zamanda edebiyata yönelen Seyfettin, Türkçü düşüncenin savunucusu oldu ve bunu eserlerine de yansıttı. İzmir’de bulunduğu zamanda, Sebat, Hizmet ve Serbest İzmir gibi gazetelere makaleler yazdı.

1909 senesinin Ocak ayında üsteğmen rütbesiyle, ayrılıkçı hareketlerin baş gösterdiği Rumeli‘de, Üçüncü Ordu Selanik merkezi’ne atandı. Diğer Rumeli yörelerinde de, özellikle Yakorit Hudut Bölüğü’nde görev yaptı.

17 Nisan 1909’da, ‘31 Mart Vakası‘nı bastırmak üzere İstanbul’a gelen Hareket Ordusu’nda Ömer Seyfettin de vardı. Yılın ortalarında Balkanlar’a geri döndü. Ancak İstanbul’un siyasî-ideolojik havası ve asker-siyaset ilişkisi askerlikten soğumasına sebep oldu.

1910 senesinde Ziya Gökalp‘in de önerisi ile tazminatını ödeyip askerlik görevinden ayrıldı. Hayatını yazar ve öğretmen olarak sürdürmek için Selanik‘e yerleşti.

Askeri kimliğini bir kenara bırakarak, yazmaya devam eden Ömer Seyfettin‘in “Yeni Lisan” adlı ilk başyazısı, 11 Nisan1911‘de Selanik‘te İttihat ve Terakkî’nin maddî desteğiyle faaliyet gösteren Genç Kalemler dergisinde, imzasız olarak yayımlandı. Eski adı Hüsn-ü Şir olan derginin adı, Akil Koyuncu‘nun talebi uygun bulunarak Genç Kalemler’e çevrilmişti. Seyfettin makalesinde, Türkçenin yabancı kaidelerden temizlenmesi, yabancı dillerden kelime transferi yapılması yerine, onlara Türkçe karşılıklar bulunması, yazılarda sadelikten yana olunması, edebiyatın halk diline indirgenmesi gibi konulara dikkat çekmeye çalıştı. Dergi bünyesinde yazın çalışmalarına devam ederken, Ziya Gökalp ile birlikte Yeni Hayat adını verdikleri bir harekete önayak oldular. Bu hareketin halka açılan kapısı ise, Genç Kalemler dergisi oldu. Cumhuriyet öncesi Türk edebiyat tarihinde hemen hemen bir milli edebiyat akımı durumuna gelen hareket, “Türkçülük” düşüncesinin özgür sesi oldu. Ömer Seyfettin’in “Bahar ve Kelebekler“, “İrtica Haberi“, “Primo Türk Çocuğu“, “Ant” ve “Aşk Dalgası” gibi hikayeleri de bu dergide basıldı.

1912 senesinde patlak veren Balkan Savaşı sebebiyle, Genç Kalemler kadrosunu oluşturan şairler ve yazarlar dağılmak zorunda kaldı. Yeniden askeri vazifeye çağrılan Ömer Seyfettin, subay rütbesiyle yeniden askere çağrıldı ve 14 Eylül 1912 tarihinde üsteğmen rütbesiyle Garp Ordusu’nda 39. Alay’ın 3. Tabur’una katıldı. Komanova’da Sırplar’a, Yanya’da Yunanlılar’a karşı savaştı.

Ancak 1913’te Yanya kuşatmasında Kanlıtepe’de Yunanlılar’a esir düştü. Atina yakınlarındaki Nafliyon kasabasında on ay kadar süren esirlik yaşamının sonrasında 17 Aralık 1913 tarihinde İstanbul’a döndü.

Burada geçen esaret günlerinde, kendini edebi yönden daha da ilerletmeye adadı ve “Piç“, “Mehdi“, “Hürriyet Bayrakları” adlı hikayelerini bunun yanında kaleme aldı. Bu hikayeler, Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zeka gibi dergilerde basıldı.

Daha sonra 23 Şubat 1914 tarihinde ikinci kez askerliği bıraktı ve Türk Sözü dergisinin başyazarlığını yapmaya başladı. Türkçü fikirleri hem edebiyat çevrelerine, hem de halka bu dergi vasıtasıyla duyurmaya devam etti. 1914‘te, Kabataş Sultanisi’nde, vefatına kadar sürdüreceği, edebiyat öğretmenliği görevine başladı. Aynı yıl İstanbul Dârülfünunu’nda kurulan Tedkīkāt-ı Lisâniyye Encümeni kullanıcı hesabıne seçildi.

1915’te Harbiye Nezâreti’nin kültür ve sanat adamları için Çanakkale cephesine gerçekleştirdiği geziye katıldı.

Ömer Seyfettin, 1915 yılı sonlarında, Calibe Hanım’la yaşamını birleştirdi. Dönemin baskın siyasi hareketi olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakın duran Ömer Seyfettin’in, eşi, partinin ileri gelen üyelerinden Doktor Besim Ethem Bey‘in kızıydı. İki yıl gibi bi hayli kısa bir zaman süren evliliğinden, Fahire Güner adında bir kızı dünyaya geldi. Özel yaşamındaki çalkantıların sonrasında, Balkanlar’dan komutanı Cavit Paşa‘nın, Kalamış sahilindeki ‘Münferit Yalı’ diye anılan evini kiralayıp inzivaya çekildi, edebi faaliyetlerini burada sürdürmeye başladı.

Huzurlu olmayan ruh haline rağmen, bi hayli beğeni alan bir çok eserini bu zaman içinde ortaya koydu ve bunlar Yeni Mecmua, Şair, Donanma, Büyük Mecmua, Yeni Dünya, Diken ve Türk Kadını gibi dergilerde basıldı. Vakit, Zaman ve İfham gibi gazetelerde de birden fazla makale ve hikayesi yayına giren Seyfettin, yalnızlığını yazarak gidermeye çalıştı.

Bunun bunun yanında, yakın dostu Ali Canip Yöntem, onun annesi ve diğer birden fazla edebi kişilikle sık sık bir araya geldi.

Ömer Seyfettin, 1915 senesinde, Calibe Hanım ile evlendi. Fahire Güner adında bir kızı oldu. 1918 senesinde boşandı. Siyasî ve hususi yaşamındaki olumlu olmayanluk, esasen bozulmuş olan sağlığını iyice kötüleştirdi.

Ömer Seyfettin, 25 Şubat 1920 tarihinde hastalığı artınca 4 Mart 1920 tarihinde Haydar Paşa Tıp Fakültesi Hastahanesi’ne yatırıldı. 6 Mart1920 tarihinde, ilerleyen şeker hastalığı sebebiyle hayata veda etti. Daha önceleri teşhis edilememiş olmakla beraber, yapılan otopsi neticesinde hastalığının “şeker” olduğu anlaşılmıştır.

Kadıköy‘deki Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı’na defnedilen yazarın naaşı, bu mezarlığın kaldırılacak olması sebebiyle, 23 Ağustos1939‘da, Zincirlikuyu Asri Mezarlığı’na nakledildi.

Ömer Seyfettin, Cumhuriyet öncesi Türk edebiyatının gelişmesi, düşünsel ve yazınsal edebiyatın halka aktarılması adına çok mühim faaliyetlerde bulunmuştur. Günümüze miras bırakılan edebi değerlerin, o zamanda köklerini salan yazarların en iyilerinden biridir. Şiir, makale, roman, hikaye ve günlük türlerinde çok kıymetli yapıtlar ortaya koymuştur.

Dünya yazarı Ömer Seyfettin’in, evrensel değerlerle kaleme aldığı, son bulunanlarla 513’e ulaşan kalem tecrübeleri onlarca yabancı dile çevrilmiştir.

Eserlerinden Bazıları :
Romanları
– Ashâb-ı Kehfimiz (1918)
– Efruz Bey (1919)
– Yalnız Efe (1919)

Risale :
– Yarınki Turan Devleti

Öyküleri :
– Acaba Ne İdi?
– Acıklı Bir Hikâye
– Akşam Sefası
– Aleko
– And
– Apandisit
– Aşk Dalgası
– Aşk ve Ayak Parmakları
– At
– Ay Sonunda
– Ayın Takdiri
– Bahar ve Kelebekler
– Baharın Tesiri
– Balkon
– Başını Vermeyen Şehit
– Bekarlık Sultanlıktır
– Beyaz Lale
– Beynamaz
– Binecek Şey
– Bir Çocuk Aleko
– Bir Hatıra
– Bir Hayır
– Bir Kayışın Tesiri
– Bir Temiz Havlu Uğruna
– Bir Vasiyetname
– Birdenbire
– Bit
– Bomba
– Büyücü
– Cesaret
– Çakmak
– Çanakkale’den Sonra
– Çirkinliğin Esrarı
– Dama Taşları
– Devletin Menfaait Uğruna
– Diyet
– Dünyanın Düzeni
– Düşünme Zamanı
– Efruz Bey
– Eleğimsağma
– Elma
– Falaka
– Ferman
– Fon Sadriştayn’ın Karısı
– Fon Sadriştayn’ın Oğlu
– Forsa
– Gizli Mâbed
– Gürültü
– Hafiften Bir Seda
– Havyar
– Horoz
– Hürriyet Bayrakları
– İffet
– İki Mebus
– İlk Cinayet
– İlk Düşen Ak
– İlk Namaz
– İnsanlık ve Köpek
– İrtica Haberi
– Kaç Yerinde
– Kaşağı
– Kerâmet
– Kıskançlık
– Kızıl Elma Neresi?
– Koleksiyon
– Korkunç Bir Ceza
– Kumrular
– Kurbağa Duası
– Kurumuş Ağaçlar
– Külah
– Kütük
– Lokanta Esrarı
– Makul Bir Dönüş
– Mehdi
– Mehmaemken
– Memlekete Mektup
– Mermer Tezgâh
– Miras
– Muayene
– Muhteri
– Müjde
– Nadan
– Nakarat
– Namus
– Nasıl Kurtarmış?
– Nezle
– Niçin Zengin Olmamış?
– Nişanlılar
– Nokta
– Okul Çocuğu
– Öpücüğün İlkel Bİçimi
– Pamuk İpliği
– Pembe İncili Kaftan
– Perili Köşk
– Pireler
– Primo Türk Çocuğu
– Ruzname
– Rüşvet
– Rütbe
– Sivrisinek
– Şefkate İman
– Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür
– Tavuklar
– Teke Tek
– Terakki
– Teselli
– Topuz
– Tos
– Tuğra
– Tuhaf Bir Zulüm
– Türbe
– Türkçe Reçete
– Uçurumun Kenarında
– Uzun Ömer
– Üç Nasihat
– Velinimet
– Vire
– Yalnız Efe
– Yemin
– Yeni Bir Hediye
– Yiğit Çocuk
– Yuf Borusu Seni Bekliyor
– Yüksek Ökçeler
– Yüzakı
– Zeytin Ekmek

Bir kısmını fantezi diye nitelendirdiği tahkiyeli metinlerin sonrasında şahsî damgasını taşıyan hikâyelerini 1911’deki yeni lisan hareketinden sonra yazmıştır. Hikâyelerinde ilham kaynakları çok çeşitlidir. Öncelikle şahsî hayat tecrübelerinin izlerini taşıyan metinler mühim bir yer tutar. Bunlardan bir kısmını kahraman-anlatıcının bakış açısıyla verdiğinden bunlar kendisiyle alakalı araştırmalarda belge diye kullanılmıştır.

“And”, “Falaka”, “İlk Cinayet”, “Kaşağı” gibi hikâyeleri çocukluk senelerının; “Bomba”, “Hürriyet Bayrakları”, “Tuhaf Bir Zulüm”, “Beyaz Lâle”, “Nakarat” gibi hikâyeleri askerlik yaşamının yansıması olarak kabul edilmiştir.

Hikâyelerinin bir kısmı, I. Dünya Savaşı esnasında Harbiye Nezâreti’nin cephedeki askerin ve halkın moralini yükseltecek edebî metinler yazılması isteğine uygun parçalardır. Tarih ve kahramanlık temalı bu tür metinler millî bir edebiyat meydana getirme arzusunun tezahürüdür.

Yazarın “Eski Kahramanlar” üst başlığıyla çıkan hikâyelerinin tamamı bu bağlamda düşünülebilecek niteliktedir. Bazı hikâyelerini ise sosyal ve siyasal konulardaki düşüncelerini ortaya koymak maksadıyla yazmıştır.

“Ashâb-ı Kehfimiz”, “Mehdî” gibi hikâyelerinin bazı kısımları gazete yorum-haberlerini andırmaktadır. Hikâyelerinin mühim bir kısmında ironi diğer özellikleri ikinci planda bırakacak kadar belirgindir. “Kurbağa Duası”, “Perili Köşk”, “Keramet”, “Nezle” gibi hikâyelerinde toplum yaşamının bönlük, cehalet ve taassuptan dolayı gülünçleşen taraflarını ortaya koyar.

Toplumda açıkgöz, şarlatan kimselerle alakalı “Karmanyolacılar” ile Efruz Bey tipi etrafındaki hikâyelerinde de ince alay ve nükte şekilinde bir mizah anlayışı mevcuttur. “Nâdan”, “Çakmak”, “Bir Hayır” gibi hikâyelerinin atasözü, halk hikâyesi, destan, masal gibi edebiyat ürünlerinden ilham alınarak yazıldığı anlaşılmaktadır. Bu hikâyeleri Ziya Gökalp’in düşünceleri ışığında kurulan Halka Doğru Cemiyeti’nin misyonuyla alakalı görmek gerekir. “Nezle” gibi ağız taklitleri görülen emsallarin dışında süssüz bir üslûp hikâyelerindeki ortak özelliktir.

II. Meşrutiyet sonrası hikâyelerinde eğitici bir düşünceyle topluma yön verme gayreti hissedilir. Hikâyelerinde mekânın yurt sathına yayılmış alanı dikkati çeker.

Karakter ve tip yaratmada da başarılı olan yazar “Ferman”, “Kütük”, “Vire”, “Teselli”, “Pembe İncili Kaftan”, “Başını Vermeyen Şehid”, “Kızılelma Neresi?”, “Büyücü”, “Teke Tek”, “Topuz”, “Diyet” gibi hikâyelerinde Türk tarihinden aldığı ve ideal insan olarak işlediği kahraman tipini ortaya koyar.

“Hürriyete Lâyık Bir Kahraman”, “Asilzadeler”, “Bilgi Bucağında”, “Tam Bir Görüş”, “İnat”, “Sivrisinek” gibi hikâyelerinde II. Meşrutiyet sonrası fikrî ve siyasî yönelişlerdeki olumlu olmayanlukları göstermek üzere Efruz Bey adıyla çizdiği şarlatan tipini; “Mermer Tezgâh”, “Tütün”, “Dama Taşları”, “Makul Bir Dönüş”, “Acaba Ne idi?” gibi hikâyelerinde ise gündelik hayatın içinde yaşattığı iddiasız, ârif, babacan Câbi Efendi tipini canlandırmıştır.

Efruz Bey ve Câbi Efendi tipleri etrafındaki hikâyeleri romana geçme arzusu olarak yorumlanabilir. Sağlığında “Ashâb-ı Kehfimiz” içtimaî roman, “Efruz Bey” fantezi roman tanımlamasıyla yayımlanmıştır. Romana en yakın eseri ise bitiremediği “Yalnız Efe”dir. Yazarın “tekellümî hikâye” diye nitelediği “Pamuk İpliği” ve sağlığında sahnelendiği bilinen “Mahçupluk İmtihanı” adlı mizahî bir kalem tecrübesi de mevcuttur.

Ömer Seyfettin’in mühim bir cephesi de dilciliğidir. Selânik’te Genç Kalemler dergisinde on altı bahis halinde yayımlanan “Yeni Lisan” yazısı, Türk dili ve edebiyatına yeni bir rota çizer. Bu yazıda eski lisan konuşulmayan, Latince ve İbrânîce gibi yalnız alakalı bireylere hitap eden ölü bir dil olarak nitelenmektedir. Ona göre Türkçe’ye aynı din ve medeniyet dairesindeki Arapça ve Farsça’dan kelime girmesi doğaldır, fakat edebiyat ve sanat gayretiyle gelen “tezeyyün” düşüncesinin yanında getirdiği Arapça ve Farsça kurallar Türkçe’nin düzenini bozmuştur. Tamamen yapay bir hale gelmesine rağmen fiillerin ve çekimlerin korunmuş olması Türkçe’nin aslına döndürülebileceğinin göstergesidir. Dildeki yabancı kaidelerin tasfiyesi gerekir, fakat bu, Türk Derneği’nin görüşleri ışığında Türkçe’yi Doğu Türkçesi’ne benzetmekle yapılamaz. Halkın diline yerleşmiş Arapça, Farsça sözcükler terkedilmemeli, konuşulmakta olan İstanbul Türkçesi yazı dili için esas alınmalıdır.
Kaynak:Bilgisayfam.net

bestnich altyazılı porno porno nulled script