Rıza Tevfik Bölükbaşı Kimdir? Evi nerede? Nerede oturuyor?

Rıza Tevfik Bölükbaşı kimdir?, Rıza Tevfik Bölükbaşı kaç yaşında?, Rıza Tevfik Bölükbaşı evi nerede?, Rıza Tevfik Bölükbaşı nerelidir? Rıza Tevfik Bölükbaşı ev adresi?, Rıza Tevfik Bölükbaşı kaç yaşında?, Rıza Tevfik Bölükbaşı nerede oturuyor?, Rıza Tevfik Bölükbaşı nerede yaşıyor? gibi sorularınızı yanıtlamak için Rıza Tevfik Bölükbaşı hakkında ayrıntılı bir biyografi sayfasını siz değerli okurlarımız için bir araya getirdik. ??.??.186931.Aralık.1949 senesinde doğan Rıza Tevfik Bölükbaşı şu an için 80 yaşında ve burcundandır. Rıza Tevfik Bölükbaşı doğum yeri ise Cisri Mustafapaşa, Bulgaristanİstanbul olarak bilinmektedir. Meslek yaşamını ise ŞairDoktor olarak devam ettirmektedir.

Rıza Tevfik Bölükbaşı Kimdir? – Rıza Tevfik Bölükbaşı Evi Nerede? – Rıza Tevfik Bölükbaşı Nerede Oturuyor?

Rıza Tevfik Bölükbaşı Kimdir?, evi nerede?

Hece vezninde yazdığı şiirlerle tanınan Rıza Tevfik Bölükbaşı, felsefeye merakı sebebiyle Feylesof Rıza olarak anılırdı.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, 1869 senesinde Cisri Mustafapaşa, Bulgaristan’da (o senelerda Edirne vilayetine bağlı bir kaza; günümüzde Bulgaristan’ın Hasköy iline bağlı Svilengrad ilçesi) doğmuştur. Babası, Hoca Mehmed Tevfik Efendi, annesi Kafkasya’dan kaçırılarak İstanbul‘a getirilmiş bir Çerkez kızı olan Münire Hanım’dır. İlk tahsiline dört buçuk yaşında iken dünyaya geldiğu kasabada başlar. Kaymakamlık görevinden istifa ederek İstanbul’a gelen babasının Türkçe derslerini verdiği bir Musevi Okulu olan Sion Mektebi’nde tahsiline devam eder. Burada Fransızca ve İbranice’yi öğrenir. Sonra Beylerbeyi ve Davut Paşa Rüştiyelerine devam ederse de 1879 senesinde babasının İzmit Savcı yardımcılığına tayin edilmesi üzerine tahsili yarım kalır. İzmit’te ailece sıtma hastalığına yakalanırlar; yedi ay sonra annesi bu hastalıktan ölür. İstanbul‘a geri dönerler Babası, Nergis Eda isimli bir hanımla evlenir. İzmit’den dönüşlerinden kısa bir süre sonra 1882 senesinde babasının aynı görevle Gelibolu‘ya Savcı yardımcılığına tayini çıkar.

Gelibolu’da bir Ermeni mektebinde devam etti; sonrasında Rüşdiye’ye devam eden Rıza Tevfik Bölükbaşı, buradan birincilikle mezun olur. Gelibolu günleri onun için unutulmaz hâtıralarla doludur. Şiirle ilgisi o günlerde başlar.

1884 senesinde Gelibolu‘dan İstanbul‘a gelerek Galatasaray Sultanîsi‘ne parasız yatılı olarak kayıt olur. Haylazlığı yüzünden iki sene art arda sınıfta kalınca yeniden Gelibolu’ya döner. Bir yıl sonra 1887 senesinde babası, Rıza Tevfik’i, İstanbul’a getirerek Mülkiye Mektebi’ne kaydettirir. 1891 senesinde babası vefat etti. O sene ihtilalcilikle suçlanarak bazı hocalar ve öğrencilerle birlikte okuldan çıkarıldı.

Doktorluk mesleğine ilgi duymadığı hâlde eğitim hayatına devam edebilmek için Tıbbiye’ye girdi. Öğrencileri etrafına toplayıp Namık Kemal‘in hürriyet şiirlerini okuması; cumhuriyet hakkında konuşmalar yapmaya başlaması bu okuldan da uzaklaştırılmasına sebep oldu, fakat Umumi Mektepler Nazırı Mustafa Zeki Paşa’ya yazdığı bir dilekçe aracılığıyla okula geri dönebildi. Ertesi sene Sirkeci’de bir kahvede hürriyet, adalet ve hükûmet şekilleri üzerine yaptığı bir konuşma sebebiyle hapsedildi; bu kez da Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa’nın aracılığı ile hapisten kurtulup Tıbbiye okuluna dönebildi.

1897 senesinde Tıbbiyenin son sınıfında iken Abdülhamit II’in iradesiyle, 1897 Türk-Yunan Muharebesi’nde yaralı askerleri Manastır’dan İstanbul’a nakleden seyyar bir hastanede Fahri Paşa’nın yanında stajyer doktor olarak çalıştı.

Tıbbiyeden fakat 1899’da doktor olarak mezun olduktan sonra Cenab Şahabeddin’in yardımıyla Karantina İdaresi’ne doktor olarak tayin edildi. Ayrıca İstanbul Gümrüğü’nde Eczâ-yı Tıbbiyye müfettişliğine getirildi. Bir süre sonra Cem‘iyyet-i Mülkiyye-i Tıbbiyye’ye üye seçildi. Bu görevleri 1908 yılına kadar sürdü.

Servet-i Fünun Edebiyatı’nın kuruluş senelerı olan 1895‘ten beri devrin edebî dergilerinde Abdülhak Hamit Tarhan etkisi altında aruz vezniyle şiirler yayımladı. Asıl şöhretini 1913‘ten sonra paylaştığı şiirlerle kazandı. Millî edebiyatın oluştuğu bu zaman içinde hece vezni ve kısmen sade Türkçe ile şiirler yazdı; divan, koşma ve nefes tarzındaki şiirleriyle bir dönemin halk edebiyatının canlanmasına yardımcı oldu.

1907 senesinde, o zamanda gizli bir cemiyet olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne; 1881 senesindeki Yıldız mahkemesinde Osmanlı padişahı Abdülaziz‘i yaşamını kaybettirmek suçuyla yargılan Mithat Paşa‘nın avukatlığını yapan Manyasizade Refik Bey’in ısrarıyla girdi.

24 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Rıza Tevfik Bölükbaşı, Selim Sırrı Tarcan ile birlikte İstanbul’da at üzerinde dolaşıp nutuklar vererek halkın galeyanını kontrol altına almada başarılı oldu. Devrim günleri boyunca iri cüssesi ile de nam salan Rıza Tevfik Bölükbaşı, Dersaadet‘in en etkili bireyleri arasına girdi ve kendisine siyaset yolu açıldı. Genel seçimde Osmanlı parlamentosuna Edirne mebusu olarak girdi.

1908’li senelerda ise Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası’nın kurucuları içerisinde yer aldı ve bu dergide çeşitli yazılar yazdı.

1909’da İngiliz Parlamentosu’nun davetlisi olarak Talat Paşa başkanlığındaki bir heyetle birlikte Londra’ya gitti. Birtakım pervasız hareketleri yüzünden kısa bir sürede partili dostlarıyla arası açılınca 1911 senesinde parti içindeki muhaliflerin kurduğu Hürriyet ve İtilâf Fırkası’na geçti.

Bu sırada Sultan Abdülhamit II’den özür dileyen bir şiir de yazdı. 1912 senesinde Büyükada’da yaptığı bir konuşma seçim usullerine aykırı bulunarak İstanbul mebusu Kozmidi Efendi ile beraber bir ay kadar hapsedildi. Hapisten çıktıktan kısa bir süre sonra propaganda konuşması yapmak üzere gittiği Gümülcine’de eski partili bir grup tarafından fena hâlde dövülen Rıza Tevfik, ikinci seçimde mebus seçilemeyince siyaseti bir süre için bıraktı.

1913-1918 senelerı içerisinde politikadan uzaklaşarak tekrar Karantina İdaresi’nde çalışmaya başladı. Bir yandan da Rehber-i İttihâd-ı Osmânî Mektebi’nde felsefe dersleri verdi ve Istılâhât-ı İlmiyye Encümeni’nde çalıştı.

Bu zamanda ise devrin belli başlı gazete ve dergilerinde şiirler, edebiyat ve felsefe ile alakalı makaleler yazdı. Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşı’na girmesine karşı çıktı.

İstanbul, Vaniköyü’nde Raif Oğan’ın kurduğu Rehberi İttihad-ı Osmâni özel lisesinde Türkiye’de ilk defa felsefe dersleri vermeye başladı. Bu dersler önce “Mebhas-i Marifet (Bilgi Teorisi)” adıyla taş basma olarak basıldıktan sonra 1914’te “Felsefe Dersleri-Birinci Kısım” adıyla yayımlanmıştır. Yakın dostu Tevfik Fikret’in 1915’te ölümünden sonra Arnavutköy Kız Koleji’nde ve Robert Kolej‘de Tevfik Fikret’ten boşalan edebiyat derslerini verdi.

1918 senesinde yeniden siyasete dönerek son Osmanlı kabinesinde; Ahmed Tevfik Paşa kabinesinde Maârif Nâzırı (Eğitim Bakanı) olarak bulundu. Felsefenin eğitim sisteminde yer alması için çabaladı.

Aynı zamanda; 1918 senesinde Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın büyük üstadı seçilerek burada bir yıl görev yaptı.

1919 senesinde Damat Ferid Paşa kabinesinde Şura-yı Devlet (Danıştay) Reisliği’ne getirildi ve 1920 yılına kadar görev yaptı. Aynı tarihlerde Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi) felsefe ve estetik dersleri verdi.

Padişah Vahdettin VI. Mehmet ve Damat Ferid Paşa‘nın ısrar ve baskısı sonucu 18 Ocak 1919 tarihinde Paris‘te toplanan barış konferansına Türkiye temsilcisi olarak katılmak zorunda kaldı. Ertesi yıl ise 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması’nı imzalayan heyette yer almak zorunda kaldı.

Darülfünun’daki öğrencileri onun Sevr’e imza koyan heyette yer almasını büyük tepki ile karşılayıp derslerini boykot ettiler, protesto gösterileri düzenlediler. Darülfünun grevine yol açan gerilimin son damlası 29 Mart 1922’de yapılan bir konferansta Süleyman Nazif ile Hüseyin Daniş içerisinde Fuzuli’nin Türklüğü üzerine yapılan tartışmada hakem rolünü üstlenen Rıza Tevfik, Fuzuli‘nin Türk değil, Acem olduğunu iddia etmiş, “Türk de olsa ne çıkar” diyerek nutkuna devam etmişti. Ertesi gün Edebiyat Fakültesi öğrencileri bir kararname hazırlayarak Rıza Tevfik Bölükbaşı, Ali Kemal, Hüseyin Daniş, Cenab Şahabeddin ve Marujan Barsamiyan’ın görevlerinden istifa etmelerini istediler. Edebiyat Fakültesi’nde başlayan boykot diğer üç fakülteye de sıçradı. Gelişmeler üzerine üniversite nizamnamesi değiştirilerek hocaların durumu hakkında karar verme yetkisi Darülfünun Divanı’na bırakılmış ve Divan söz konusu hocalara süresiz izin vererek bir anlamda öğrencilerin isteklerini yerine getirmiştir. Rıza Tevfik, Darülfünundan istifa etti.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, hakkında oluşan bu olumlu olmayan durumlardan korkarak , Millî Mücadele aleyhtarı Ali Kemal’in 6 Kasım 1922 tarihinde linç edilmesi üzerine Mısır‘a gitmekte olan bir yük gemisine binerek 8 Kasım 1922 tarihinde ülkeyi terk etti.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, Türkiye’den ayrılışından bir buçuk yıl sonra TBMM’nin aldığı bir kararla sürgüne gönderilecek 150’likler listesinde yer aldı. Sevr Antlaşması’nı imzalayan Osmanlı delegesi olarak 150’likler içerisinde bulunduğu için uzun seneler sürgünde yaşadı; gurbet acısını, şiirlerinde sözlerine ekledi. Sürgünde iken yazdığı “Uçun Kuşlar” isimli şiiri aşağıdadır.

Sürgün senelerında Hicaz, Amerika Birleşik Devletleri, Ürdün ve Lübnan‘da yaşadı. Ürdün Kralı I. Abdullah kendisine yakınlık göstermiş, maaş bağlamış; Divan tercümanlığı ve Asarı Atika Müzesi müdürlükleri görevlerinde bulunmasını sağlamıştır.

1928 senesinde Amerika‘da bulunan çocuklarını ziyaret edip orada Türk Edebiyatı hakkında çeşitli konferanslar verdi. 1934 senesinde Ürdün‘deki resmî görevinden emekli oldu. Lübnan kıyılarında Beyrut yakınlarındaki Cünye kasabasına yerleşti. 1936 senesinde eşiyle birlikte Avrupa seyahatine çıktı ve bir yıl kadar İngiltere ile Fransa’da kaldı. 1939 senesinde çıkan Af Kanunu’ndan yararlanarak 1943’te 74 yaşında iken kendi ifadesiyle “hesaplaşmak için değil, helalleşmek için” yurda döndü.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, tıbbiye’nin son sınıfında iken 1896 senesinde Türk kadın pedagoji öğretmeni Ayşe Sıdıka Hanım ile evlendi ve 3 kız çocuğu oldu. Eşi Ayşe Sıdıka Hanım 1903 senesinde vefat etti. 1904 senesinde ikinci evliliğini Nazlı Hanım ile yaptı; bu evliliğinden iki oğlu oldu.

1934 senesinde Lefkoşa’da basılan tek kitabı olan Serâb-ı Ömrüm adlı kitabında tüm şiirlerini toplamıştır. Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın Ömer Hayyam çevirileri, Tevfik Fikret hakkında incelemesi ve Darülfünun‘da vermiş olduğu felsefe derslerinin ders notları kitaplaştırılarak Felsefe Dersleri adıyla yayınlanmış olup felsefi açıdan Türk fikir yaşamında mühim bir yere sahiptir.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, 31 Aralık 1949 tarihinde İstanbul’da felç nasıl tedavi edileceği için yattığı İstanbul Vakıf Gurebâ Hastanesi’nde zatürreeden 80 yaşında ölmüştür. Zincirlikuyu’daki Asrî Mezarlığa toprağa verildi.

Rıza Tevfik Bölükbaşı, felsefî ve dinî anlamda gerçeği aramak üzere başladığı araştırmaları sonunda Türk milletinin öz malı olan ve onun ruhunu en güzel biçimde dile getiren tekke ve halk edebiyatı emsallarini keşfeder. Milletin hâfızasındaki folklor malzemesiyle yalnızca halk şairleri ve Bektaşî dervişlerinin elinde kalan halk ve tekke şiirlerini içten ifadeleriyle Türk milletinin kişiliğini en güzel biçimde ortaya çıkaran örnekler olarak değerlendirir. 1914-1922 senelerı içerisinde konuyla alakalı elliye yakın makale yayımlayan Rıza Tevfik’in bu yazıları, Millî Edebiyat hareketini fikrî planda hazırlayan ve bir kamuoyu oluşmasına büyük oranda yardım eden unsurlar içerisinde ele alınmıştır. Ancak onun âşık tarzı ve tekke edebiyatı geleneği hususundaki görüşleri uzun süre iyice anlaşılamamış, bazen devrin ileri gelen Türkçüler’i tarafından tenkit edilmekten kurtulamamıştır.

Rıza Tevfik dil, şekil ve üslûp yönünden en olağanüstü şiirlerini 1911-1922 senelerı içerisinde yazar. Aruz vezniyle kaleme aldığı ilk denemelerinde daha çok ferdî ıstıraplarına bağlanabilecek bazı temalar etrafında dolaşan şairin şiirlerine yeni konular girer. Bu zamanda ferdî ıstıraplarıyla birlikte içinde yaşadığı toplumun meseleleriyle de yakında zamandan ilgilenir; başta tarih, vatan sevgisi ve aşk olmak üzere toplumsal, dinî ve felsefî bir çok yeni temayı işler. “Sfenks”, “Gelibolu’da Hamzabey Sahili”, “Selma, Sen de Unut Yavrum!” başta olmak üzere “Harap Mâbed”, “Fikret’in Necip Ruhuna” ve “Uçun Kuşlar” adlı şiirleri onun en tanınmış eserleri içerisinde yer alır.

Kitapları :
1934 – Serâb-ı Ömrüm

Uçun Kuşlar!
—”Sevgili oğlum Mehmed Said’e”
Uçun kuşlar uçun!. Doğduğum yere;
Şimdi dağlarında mor sünbül mevcuttur.
Ormanlar koynunda, bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül mevcuttur.
O çay ağır’akar yorgun mu bilmem?
Mehtabı hasta mı. solgun mu bilmem?.
Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem?
Yüce dağ başında siyah tül mevcuttur.
Orda geçti benim güzel günlerim.
O demleri anıp bu gün inlerim:
Destan-ı ömrümü okur dinlerim
İçimde oralı bir bülbül mevcuttur.
Uçun kuşlar uçun! Burda vefa yok!.
Öyle akar sular, öyle hava yok!
Feryadıma karşı aks-i sadâ yok!
Bu yangın yerinde soğuk kül mevcuttur.
Hey Rızâ, kederin başından aşkın,
Bitip tükenmiyor elem-i aşkın!
Sende -derya gibi- dâima taşkın,
Dâima çalkanır bir gönül mevcuttur!

Kaynak:Bilgisayfam.net

bestnich altyazılı porno porno nulled script