Descartes Kimdir? Evi nerede? Nerede oturuyor?

Descartes kimdir?, Descartes kaç yaşında?, Descartes evi nerede?, Descartes nerelidir? Descartes ev adresi?, Descartes kaç yaşında?, Descartes nerede oturuyor?, Descartes nerede yaşıyor? gibi sorularınızı yanıtlamak için Descartes hakkında ayrıntılı bir biyografi sayfasını siz değerli okurlarımız için bir araya getirdik. 31.Mart.159611.Şubat.1650 senesinde doğan Descartes şu an için 54 yaşında ve Koç burcundandır. Descartes doğum yeri ise La Haye, FransaStokholm, İsveç olarak bilinmektedir. Meslek yaşamını ise FilozofMatematikçi olarak devam ettirmektedir.

Descartes Kimdir? – Descartes Evi Nerede? – Descartes Nerede Oturuyor?

Descartes Kimdir?, evi nerede?

Fransız düşünür, yazar, bilim adamı ve matematikçi. Modern psikolojinin ve matematiğin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Kendisinden sonraki bilim adamlarına ve filozoflara ilham kaynağı olan teorileriyle, bilimin günümüz düzeysine ulaşmasında büyük rol oynamıştır. Düşünsel alanda matematiksel açılımlardan yararlanarak, doğrudan yaşanan ve doğruluğu tartışılmaz kesin-mutlak birtakım bilgilerin var olduğunu savunmuş; bu savını da “Düşünüyorum, öyleyse varım” şeklindeki ünlü söylemiyle ortaya koymuştur. Bilimsel devrimin baş aktörlerinden biri sayılan Descartes, “Kartezyen koordinasyon sistemi“ni (kartezyanizm) geliştirerek, özellikle düzlem geometrisinin ve matematiğin evrimsel sürecine çok büyük katkıda bulunmuştur.

Rene Descartes, 31 Mart1596 tarihinde, Fransa‘da, bugün kendi adıyla anılan ve Indre-et-Loire‘e bağlı olan La Haye‘de, varlıklı bir ailede dünyaya geldi. Doğumundan bir yıl sonra annesinin tüberkiloz sebebiyle vefat etmesinin sonrasında, Brittany Yüksek Mahkemesi’nde yargıç olan babası Joachim başka bir bayanla evlendi ve Descartes üvey annesi tarafından yetiştirildi. On yaşına geldiğinde, Anjou kentine bağlı La Fleche‘de bulunan ve ileride Avrupa‘nın en iyi okullarından biri olduğunu belirteceği, Royal Henry-Le-Grand adlı bir Cizvit kolejine gönderildi. Sağlığının zayıf olması sebebiyle, öğretmenleri tarafından yatılı okuması öngörüldü. Kendisini iyi hissedene kadar yatakta kalmasına izin verildiğinden, büyük ilgi duyduğu matematik çalışmalarına ağırlık verdi. Okulda verilen eğitim Latince ve Yunanca üzerinde yoğunlaştığı için, bu dilleri iyi derecede öğrenme fırsatı oldu; bundan dolayı ilerleyen zamanlarda, eski bilimsel ve düşünsel çalışmaları incelemesinde bu eğitimin büyük faydasını gördü.

Gezmeye, yeni yerler görmeye ve yeni şeyler öğrenmeye bi hayli fazla merak duyan Descartes, 1612 senesinde, liseden mezun olduktan sonra birkaç arkadaşıyla birlikte Paris‘e gitti. Görkemli şehrin büyüsüne kapılarak, bir süre pervasızca yaşadı. Ardından, kendisi gibi matematikle ilgilenen iki arkadaşıyla rastlantı sonucu karşılaşınca, onların şehre geliş amacına uydu ve bilimsel araştırmalara daldı. Üniversite eğitim hayatına kadar geçen süre boyunca, özellikle arkadaşı Mersenne ile birlikte durmaksızın matematik üzerine araştırmalar, çalışmalar yaptı. Burada bulunduğu zaman zarfında, dönemin ünlü matematikçilerinden Mydorge‘yle tanışması, ufkunu genişletti.

Eğitim hayatı boyunca özellikle klasik edebiyat, tarih, retorik ve felsefe alanlarında kendini geliştirdi. Babasının yönlendirmesiyle, Poitiers Üniversitesi‘nin hukuk fakültesine girdi ve 1616 senesinde mezun oldu. O zamanda Avrupa kaynayan bir kazan gibiydi. Her yerde dini temelli bölgesel çatışmalar vardı ve fazlasıyla savunma amaçlı askeri birlikler türemişti. Bu siyasi ve toplumsal çalkantılar sebebiyle, soylu ailelere mensup gençlerin kilise ya da orduya katılması popüler hale gelmişti. Dolayısıyla Descartes da, toplumsal statüsünü sağlamlaştırmak için orduya katılmaya karar verdi. Liseden mezun olduktan iki yıl sonra, 1618‘de, Hollanda Prensi Orangeli William ve ülkesini İspanyol işgalinden kurtarmak için gerçekleştirdiği seferlerle alakalı heyecanlı rivayetler duyunca, macera arayışına ve gezme hevesine kapılarak, prensin davetine uydu ve oraya yerleşti. Hollanda Birleşik İller (Nassau) Prensi olan Maurice komutasındaki Protestan Flemenk ordusuna hizmet etmeye başladı.

Asker olarak kayıt olduğu bu birlikte birkaç yıl geçiren Descartes, görevi esnasında, matematik ve fizik konularındaki yaratıcı kabiliyetinin farkına varmasını sağlayacak kişi olan Isaac Beeckman‘la tanıştı. İlk felsefik çalışmalarından olan “Compendium Musicae“yi 1618 senesinde kaleme aldı ve Beeckman’a ithaf etti. 1619 senesinin Kasım ayında, Almanya seyahati esnasında, fizikle alakalı problemlerin çözümünde, matematiksel bilgilerden yararlanmak üzerine kendisine ait bir vizyon geliştirdi. Descartes’ın vizyonu, insanlığın gelişimine olağanüstü katkı sağlayacak bilimlerin temellerini keşfetmekti. Bu dönem, ünlü düşünürün yaşamında bir dönüm noktasıydı ve analitik geometrinin gelişimi üzerine ortaya atacağı teorilerin düşünsel düzlemini oluşturduğu bir zamanti. Hayatının geri kalan kısmını de, matematikle doğa içindeki gizemli bağı çözmeye adayacaktı. St. Augustine‘in (354430) “özgür irade” kavramıyla alakalı de çalışmalar yapan filozof, Tanrı’nın iradesiyle eşit tuttuğu insan iradesinin, doğal bir yaradılış özelliği olarak, Tanrı’nın iradesinden bağımsız olduğunu ortaya atan teori üzerine derinlemesine düşündü.

Orange Prensi’nin hizmetinden ayrıldıktan sonra bir süre Danimarka, Polonya ve Almanya gibi bazı Avrupa ülkelerini dolaşan Descartes, Otuz Yıl Savaşları‘nın başladığı zamanda yeniden askeriyeye döndü ve bu kez Bavyera ordusunun Katolik Düküne hizmet etmeye başladı. Askeri bir görev için Ulm‘de bulunduğu sırada, bilimlerin birlikteliği üzerine bir metodoloji geliştirdi. Askerlik yaşamı boyunca sıcak çarpışmaya girmeyen Descartes için bu dönem, “büyük bir tembellik ve derbederlik” içinde, yalnızca düşünmeye, gezmeye, araştırmaya ve üretmeye yönelik kârlar sağladığı bir dönemdi. Düşünsel eylemlere ve çeşitli bilimlere olan merakı gittikçe artan düşünürün en büyük amacı, dünyayı gezmek ve evrenle alakalı somut gerçeklere ulaşabilmekti. Bundan dolayı hayatı boyunca pekçok yer gezmiş, orduda yer almış, bu zaman içinde birbirinden farklı statüdeki ve yaradılıştaki insanlarla uyuşmaya çalışmış, bir çok hususta deneyim kazanmış ve kendini değişik koşullarda test etmişti. 1619 senesinin Kasım ayında, şömineli sıcak bir odada, ileride üstüne simgesel anlamlar yükleyeceği ve yaşamının dönüm noktası olarak değerlendireceği ünlü rüyasını gördü.

1621‘de, askerlik görevine Macaristan İmparatorluk ordusunda devam etmeye başladı. 1622 senesinde, Fransa’ya geri dönerek Paris’e yerleşti; bir süre de Britanny’de kaldı. Ertesi yıl ailesinin yanına Poitou‘ya giderek, annesinden üzerine kalan tüm mülkleri sattı ve yaşamının geri kalanını refah içinde geçirebilmek; araştırmalarını, çalışmalarını yaparken maddi sıkıntı çekmemek için tüm gelirini (27.000 livre) bonolara yatırdı. Aynı yıl İtalya’ya doğru bir seyahat gerçekleştiren düşünür, 1627‘ye kadar Paris’te ikamet etti.

1628‘de, Hollanda’ya geri dönerek 1649 yılına kadar, düşünsel, bilimsel ve yazınsal dehasının en verimli dönemini burada geçirdi. Özellikle matematik, geometri ve felsefe üzerine çığır açacak teoriler üretti; buluşlar ortaya koydu, ünlü kitabı “Treatise on the World“ü (Kurallar) yazmaya koyuldu. Burada bulunduğu sırada, Kardinal Berulle ile tanıştı ve düşünsel teorilerini hayata aktarma hususunda, onun zengin ufkundan yararlandı. Dğer yandan da, hiçbir zaman bağını koparmadığı arkadaşı Mersenne ile yazışarak, çalışmalarıyla alakalı fikir alışverişinde bulundu. Beeckman ile dostluğunu sürdürdü ve Mydorge, büyük Frans von Schooten, Hortensius, Huygens gibi bilim adamlarıyla iletişim kurdu.

Sonraki iki yıl boyunca, Franeker ve Leyden‘de, olgunluk (matrikülasyon) üzerine gerçekleştirilen sınavlara girdiyse de, herhangi bir derece almakla ilgilenmedi. 1633 senesinde, ünlü fizikçi Galileo‘nun, Roma Katolik Kilisesi tarafından, dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ettiği ve bundan dolayı kilisenin yanlış bilimsel kanılarını yıkmaya çalıştığı iddiasıyla mahkum edilmesi sebebiyle, Descartes, dört yıllık bilimsel bir çalışmanın ürünü olan “Treatise on the World”ü (Kurallar) tamamlamış olmasına rağmen, yayımlamaktan vazgeçti (Kitap ölümünden seneler sonra, 1701‘de basıldı). Aynı zamanda, “Le Mond“un taslak çalışmasını bitirdi; fakat bunu da yayımlamadı.

Descartes hayatı boyunca evlenmese de, birlikte yaşadığı ve eskiden hizmetçisi olan Hollandalı sevgilisi Helene’den, 1635 senesinde Francine adlı bir kız çocuğu dünyaya geldi. Ancak, Francine’in hayatı çok kısa sürdü ve 1640 senesinde, beş yaşındayken yaşamını kaybetti. Bu ölüm, ünlü düşünürü derinden sarstı.

Descartes matematik ve felsefe üzerine yoğunlaşan çalışmalarının meyvelerini vermeye devam ederek, bilimsel değeri çok yüksek bir çok eser kaleme aldı ve bunları yayımladı. 1637 senesinde, “Söylem” adlı eserini imzasız olarak yayımladı. 1640’da ise, “Meditasyonlar“ı çıkardı. 1643‘de, Utrecht Üniversitesi tarafından sakıncalı bulunan “Kurallar”, yerel otoritelerce, ateizm öğeleri içerdiği gerekçesiyle düşünürün mahkum edilmesine yol açtı. İki yıl sonra aynı üniversite, eser hakkında yapılacak tüm yanlı/yansız yorumları yasaklayarak, “nötr sansür” uygulaması getirdi. Aynı zamanda, Bohemya Prensesi Elizabeth’le uzun bir zaman devam edecek olan yazışmaları başladı. Prensesle, başta matematik, geometri, tıp, felsefe, metafizik olmak üzere çeşitli bilim dallarından siyasete kadar pekçok hususta fikir alışverişinde bulundular. Prensese ithaf ettiği “Felsefenin İlkeleri” adlı kitabını 1644’de Amsterdam‘da yayımladı (Eser 1647 senesinde Franzcaya çevrildi). Ardından Paris’e geçen Descartes, ünlü matematikçi ve fizikçi Pascal ile buluşarak, yeni çalışmalarını ve görüşlerini onunla paylaşma fırsatını yakaladı. Bu sırada, Fransa Kralı tarafından kendisine sunulan ikametgah ve yıllık gelir teklifini, çalışmalarını bağımsız ve esnek bir ortamda sürdürebilme maksadıyla geri çevirdi.

1649 senesinde, “Ruhun Tutkuları” adlı kitabını bitirdi ve yayımladı. Aynı yılın Kasım ayında, eserlerinden fazla etkilenen ve onun dehasından yararlanmak isteyen İsveç Kraliçesi Christina’nın ricasını kırmayarak, ona uzmanı olduğu konularda ders vermek üzere Stockholm‘e yerleşti. Ancak kraliçenin talebi ışığında derslerin, sabahın bi hayli erken saatleri civarında yapılması sebebiyle, hayatı boyunca geç kalkmaya alışkın olan Descartes’ın fizyolojik dengesi bozuldu. Bunun bunun yanında, yabancısı olduğu aşırı soğuk iklime uyum sağlayamayan vücudu bitkin düşerek zatürreeye yakayı ele verdi ve ünlü düşünür, 11 Şubat1650 tarihinde, 54 yaşında yaşamını kaybetti. Son sözleri, “İşte böyle ruhum, ayrılma zamanı geldi” oldu. Bazı araştırmacılar, aynı hastalıktan tedavi gören Fransa büyükelçisi Dejion A. Nopeleen‘e hastabakıcılık yaptığı için, hastalığın Descartes’a da beriştiğini iddia ettiler. Ancak sonraları, doktor Eike Pies‘in incelemelerine göre, ünlü düşünürün, kullandığı arsenik yüzünden vücudunun zehirlenerek zayıf düştüğü yaşandı. Descartes’ın mezarı, 1667 senesinde anavatanı olan Fransa’ya, Paris’e taşınmıştır.

Descartes, Batının o zamana kadarki düşünsel birikimini altüst etmiş; bilimde ve özellikle matematikte büyük gelişmelere neden olan düşünceleriyle yeni bir çığır açmıştır. Dinsel egemenliğin, anlamsız çatışmaların ve modern düşüncelere yönelik hoşgörüden uzak, bağnazca tutumların hüküm devam ettiği; bunun yanında, Avrupa’nın düşünsel, sanatsal ve kültürel kabuk değişiminin gerçekleştiği bir zamanda yaşadı. Birçok alanda hayata geçirilen atılımlara, düşünce ve eserleri ile eşlik etti. Ortaçağı tarihe gömerek, modern bilimin rönesansını inşa edenler içerisinde yer aldı. Ulusçuluk anlayışının güçlü yükselişine rağmen, insanlığın “bilimsel düşünce” ile “akıl” ekseninde ortak bir paydada buluşabileceğinin altını çizdi. Felsefeye getirdiği farklı ve yenilikçi bakış açısıyla, modern felsefenin temellerini attı. Bu alandaki ilk çalışması, geometri, meteorlar, optik ve metot şeklinde dört bölümden oluşan “Denemeler” adlı eseridir.

Matematiksel çözüm metotlarıni felsefeye uyarlamaya çalışan Descartes, temeli Yunanlı filozof Socrates tarafından atılan ve özellikle matematikle diğer pozitif bilim dallarında uygulama sahası bulan “tümevarım” metodunu, kendi düşünsel felsefesine adapte etmiştir. Mutlak bilgiye ulaşmakta, Antik Çağ Yunan düşünürlerinden kalan “şüpheci” (septisizm) bakış açısını yöntem edinerek, başta matematik ve analitik geometri olmak üzere, bir çok alanda çeşitli buluşlar ortaya koymuştur. Tüm dışsal etkenleri bir kenara ayırarak, süpheci analizlerle, mutlak ve kesin doğru bilgilerin varlığını savunmuştur; ki ona göre, bu özelliği taşıyan tek şey “düşünce“dir. Doğruluğu tartışılamaz tek bilginin düşünce olduğunu; bundan dolayı diğer mutlak bilgilerin de bu düşüncelerden türediğini ortaya atmıştır. “Kuşku etmek düşünmektir” şeklinde bir çıkarımda bulunan Descartes, varlığı kesin olan tek şey düşünmek ise, düşünebilen bir yaratık olarak şüphe götürmez tek gerçeğin “varlığımız” olduğunu belirtmiş ve tümevarımsal bu bilgi kanunu, “Düşünüyorum, o halde varım” (Cogito, ergo sum; je pense, donj je suis) şeklindeki ünlü tümcesiyle ifade etmiştir. Elindeki bu ilk bilgiyi, sağlam bilgi olarak görmüş; artık yapması gereken tek şeyin, diğer bilgileri bu ham bilgiden türetmek olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu sonucun çıkış noktası ise, bireyin öznelliğidir. Çünkü, varlığı ifade eden düşünce, zaten bireyin kendisinde mevcuttur. Bu ham bilgiyle yola çıkan birey, diğer mutlak bilgileri bundan türetebilir. Düşüncenin zıddı ise, bedendir. Bu sebeple, dönemin hakim kıyafet şekli olan yeşil ipek giysileri bir kenara atarak, bedenini arka plana atmak istemiş ve düşüncenin baskınlığını simgesel olarak ifade etmek maksadıyla da, siyah giysileri tercih etmiştir.

Geliş açısı ile gidiş açısının birbirine eşit olduğunu keşfederek, optiksel yansımanın temel kanunlarını geliştirmiştir. Cebiri, geometri çözümlemelerinde kullanmış; “Kartezyen” teoremini ortaya atarak, analitik geometrinin gelişimine büyük katkı sağlamıştır. “Eğri”lerin sınıflandırılmasında, onları ortaya çıkaran denklemleri baz almıştır. Matematiksel ve geometrik problemlerin çözümü için kurulan denklemlerde, “x, y, z” gibi alfabenin çok kullanılmayan son harflerini bilinmeyen fazlalukları, “a, b, c” gibi çok kullanılan ilk harfleri de bilinen fazlalukları ifade etmesi için kullanmıştır.

Descartes, tüm çalışmalarında ve araştırmalarında, doğru bilgiye ulaşmak maksadıyla, karmaşıklıktan uzak durmaya ve herşeyi basite indirgemeye çalışmıştır. Bulduğu her bilgiye kuşkucu bir tavırla yaklaşmıştır. Bu husustaki düşüncelerinden, 1637 senesinde kaleme aldığı, “Metot Üzerine Konuşma“da bahsetmiştir. Bilim dallarının pratik hayattaki işlevlerinin birbirinden farklı olduğunu vurgulayan düşünür, yalnızca bazı ortak metotların farklı amaçlar için uygulanabileceğini öngörmüş, bundan dolayı bilimlerin birlikteliğini savunmuştur.

Hiçbirşey keşfedilemeyecek kadar uzak olamaz” diyen Descartes, evrenle alakalı düşüncelerini de bu görüşü çerçevesinde şekillendirmiştir. Ona göre, evren bir bilmecedir ve çözümü olmayan bir bilmece yoktur. Bu doğrultuda ihtiyaç duyulan tek şey, doğru bilgilere sahip olabilmektir ki, tüm pozitif bilimler de zaten bu ihtiyaca hizmet etmek için varolmuştur. Döneminin alışkanlıklarının tam tersine, bütün bilimsel değeri olan kitapların Latince yazıldığı bir yüzyılda, eserlerini Fransızca olarak kaleme almıştır ve “sağduyu”su olan her insanın rahatça anlayabileceği kadar basite indirgenmiş bir dil kulanmıştır.

Descartes’a göre gerçeklik, özü düşünme olan bir “zihin” (soyut) ile özü evrende bir yer kaplayan ve göreceli büyüklüğü olan “madde” (somut) şeklinde ikiye ayrılabilir. Bu anlamda düşünür, her daim için zihni maddenin önüne koymuştur. Onun düşünce sisteminde, birtakım kavramların, bilgilerin kaynağı, yaratılıştır. Yani bunlar, doğuştan gelen ve doğruluğu, varlığı tartışılmaz gerçek bilgilerdir. Ona göre, Tanrı, zihin ve madde kavramlarının varlığı kesindir ve doğruluğu su götürmez bu kavramlar doğuştan gelir; sonraki deneyimlerden kaynaklanmaz. Felsefede mutlak bilgiye ulaşmanın tek yolu, kuşku edilmeyecek, açık ve net bir önermeye ya da kavrama varıncaya dek, herşeyden kuşku duymaktır.

Fizik ve doğa kanunları ile alakalı çalışmalar da yapmış olan Descartes, 1644 senesinde Latince olarak kaleme aldığı “Principia Philosophia” (Felsefenin İlkeleri) adlı eserinde, “Çevrimler Kuramı” adını verdiği teorisiyle, evrenin yapısı ve doğa kanunlarının işleyişi alakalı çarpıcı bilgiler öne sürmüştür. Ondan sonra gelen ünlü fizikçi Isaac Newton için bu teori, temel bilgi kaynağı olmuştur.

ESERLERİ:

Compendium Musicae (1618 / Isaac Beeckman’a ithaf ettiği, müzik teorisinin kaideleri ve müzik estetiğiyle alakalı çalışması)

Rules for the Direction of the Mind (Aklın İdaresi İçin Kurallar / 1626-1628: Öncelikle 1684‘de yayımlanmıştır)

Le Monde (The World / 1633: Descartes’ın doğa felsefesiyle alakalı ilk sistematik çalışmasıdır)

Discours de la méthode (Metod Üzerine Konuşma / 1637: Optik, meteor ve geometriyle alakalı ilk çalışmasıdır)

La Géométrie (Geometri / 1637: Descartes’ın matematiksel çözümlemeler üzerine kaleme aldığı başlıca yapıtıdır)

Meditationes de prima philosophia (Meditasyonlar ya da Metafizik Düşünceler / 1641)

Principia philosophiae (Felsefenin İlkeleri / 1644: Aristotales‘in eserlerinin yerini alması isteğiyle, Latince olarak yazdığı eseridir; sonraları üniversitelerde okutulmaya başlanmıştır)

The Description of the Human Body (1647 / Ölümünden sonra yayımlanmıştır)

Les passions de l’âme (Ruhun Tutkuları / 1649: Bohemya Prensesi Elizabeth’e ithaf etmiştir)

Correspondence (Yazışmalar / 1657: Ölümünden sonra, Descartes’ın yayımcısı Claude Clerselier tarafından yayımlanmıştır)

Kaynak:Bilgisayfam.net

bestnich altyazılı porno porno nulled script