Umberto Eco Kimdir? Evi nerede? Nerede oturuyor?

Umberto Eco kimdir?, Umberto Eco kaç yaşında?, Umberto Eco evi nerede?, Umberto Eco nerelidir? Umberto Eco ev adresi?, Umberto Eco kaç yaşında?, Umberto Eco nerede oturuyor?, Umberto Eco nerede yaşıyor? gibi sorularınızı yanıtlamak için Umberto Eco hakkında ayrıntılı bir biyografi sayfasını siz değerli okurlarımız için bir araya getirdik. 05.Ocak.193219.Şubat.2016 senesinde doğan Umberto Eco şu an için 84 yaşında ve Oğlak burcundandır. Umberto Eco doğum yeri ise Alessandria, İtalyaMilano, İtalya olarak bilinmektedir. Meslek yaşamını ise DilbilimciFilozofGazeteciTarihçiYazarŞifrebilimci olarak devam ettirmektedir.

Umberto Eco Kimdir? – Umberto Eco Evi Nerede? – Umberto Eco Nerede Oturuyor?

Umberto Eco Kimdir?, evi nerede?

İtalyan edebiyat eleştirmeni, akademisyen, gazeteci, işaret bilimcisi (diğer adıyla göstergebilim), roman yazarı ve yeniçağ filozofodur. Entellektüel bir dille ele almış olduğu polisiye romanı “IL Nome Della Rosa” (1980, Gülün Adı) ile geniş kitlelerce tanınır hale gelmiştir. Göstergebilimin, Ortaçağ öğretilerinde, İncil tefsirlerinde, yazınsal teorilerde, gizemli ve kurgusal hadiselerin açıklanmasında birleştirici – bütünleştirici bir unsur olarak kullanılabileceği hususuna dikkatleri çekerek, bu farklı bilim dalının kullanım alanının genişletilebileceğini savunmuştur. Günlük hayatta karşılaşılan bir çok kültürel fenomeni, düşünsel temelden yazınsal açıklamalara dönüştüren ve bunları işaretlerin teorik bir öğretisi şeklinde kurgulayan kişi olarak bilinmektedir. Tam bir Ortaçağ uzmanıdır ve beş dili anadil düzeysinde konuşabilmektedir. Yazarın ilgi çekici soyadının kaynağı bilinmese de, nüfus müdürlüğünden bir memur tarafından, yetim olan büyükbabasına verildiği ve olabileceken “ex caelis oblatus” (cennetten gelen armağan) söyleminin kısaltılmışı olduğu kanısına varılmaktadır.

Düşünsel alanda “Dedalus” takma adıyla bilinen ünlü yazar, 5 Ocak1932‘de İtalya‘da küçük bir kasaba olan Alessandria‘da dünyaya geldi. Muhasebeci olan babası Giulio, hükümet tarafından savaşa çağırılınca, annesi Giovanna ile birlikte Piedmontese dağlarının eteğinde küçük bir kasabaya yerleştiler. Bu savaş sürecinde, yaşadıkları kırsalda düşünsel hayatı şekillenen Eco, faşistlerle partizanların siyasi erk mücadelesini heyecanlı ama dingin bir ruhla izledi. Sözkonusu süreç sonraları, ünlü düşünürün otobiyografi tadında yazacağı, ikinci romanı “Foucault’s Pendulum“un altyapısını oluşturacaktı.

Hukukçu olmasını isteyen babasına karşılık Eco, hukuk eğitimini yarıda bırakarak, kendi ilgi alanlarının izinden gitti ve Torino Üniversitesi‘nde Ortaçağ Felsefesi ve Edebiyatı eğitimi aldı. 1954‘te eski filozoflardan olan din düşünürü Thomas Aquinas ve onun Ortaçağda oluşturduğu ekolün estetik anlayışı üzerine yazdığı bitirme teziyle felsefe doktorasını tamamlayan yazar, kendisinin düşünsel yorumlarından ve estetik ifade tarzından çok etkilenen, üniversite hocası Luigi Pareyson‘un “Estetica for Lettere Italiane” eserinin eleştirisini yazdı. 50’li senelerın başlarında, entellektüel bir Katolik militan olan Eco, doktorasından sonraki senelerda dini inanç sistemini sorguladı ve dinin varlığını inkar ederek Roma Katolik Kilisesinden ayrılmaya karar verdi.

19541959 senelerı içerisinde ünlü yazar, Milan‘da, İtalyan devlet televizyonu RAI‘de kültürel programlara editörlük yapmaya başladı. Bu editörlük deneyimi Eco’ya, medyanın gözüyle modern kültürün eleştirisini yapma fırsatı verdi. Aynı zamanda prefosyonel yazın çalışmalarına başladı. 1956‘da doktora tezini daha kapsamlı bir perspektifle ayrıntılı olarak ele aldığı ilk kitap çalışması “Il Problema Estetico di San Tommaso“yu yayınlayan Eco, bunun yanında Torino Üniversitesi‘nde gerçekleştirilen konferanslara konuşmacı olarak katılmaya başladı. Daha sonra ise, avangard yazarlar, müzisyenler ve ressamlar içerisinde bir iletişim ağı kurarak, bilginin paylaşımına öncülük etti.

19581959 senelerı içerisinde askerlik hizmetini yerine getirdikten sonra, Ortaçağ düşünsel felsefesiyle alakalı olan “Sviluppo Dell’estetico Mediavale” adlı ikinci kitabını kaleme aldı ve RAI’deki işini kaybetti. Bu eser Eco’yu, Ortaçağ felsefesinin ileri gelen düşünürlerinden biri ilan etmedi; fakat yazarın babasını, doğru mesleği seçtiği hususunda ikna etmeyi başardı. Yazarın edebiyatçı ve öğretici kimliğinin yükselişe geçmesinin, işini kaybettiği dönemle kesişmesi, aslında Eco için özellikle düşünsel ve edebi bir kariyerin önünü açtı. Çünkü 1959‘da, Milan’da faaliyet gösteren Casa Editrice Bompiani‘de kıdemli editörlük yapmaya başladı. Yine aynı yıl, entellektüel bir magazin dergisi olan II Verri için, her ay “Diario Minimo” adını verdiği köşesinde yazmaya koyuldu. Avangard düşüncelere ve dilbilimin kaidelerina sadık kalmak suretiyle, magazinel kültürün ve modernleşen dünyanın yozlaştırdığı bir çok parodiyi, eleştirel bir söylemle ele almak, Eco için bi hayli eğlendirici hale gelmişti. Ünlü edebiyatçı sonraları, kaleme aldığı bu makaleleri “Misreadings – Diario Minimo]]]” (Yanlış Okumalar) adı altında bir kitapta topladı (1963). 1961‘de, süreli bir yayın olan Marcatré‘nin kurucuları içerisinde yer aldı.

50’li seneler boyunca, yazınsal kariyeri aracılığıyla, işaretlerin anlamı, estetik anlayışı, iletişim ve düşünsel öğretilerle alakalı fikirlerini geliştirme fırsatı yakalayan edebiyatçı, bunlar üzerine bir çok deneme yazdı. Sözkonusu denemelerinden derlediği “Opera Aperta” (Açık Yapıt) adlı kitabını 1962‘de yayınlayan Eco, bu çalışmasında moderniteye ilişkin kavramların geleneksel köklerine indi ve farklılıkları eleştirel bir bakışla ortaya koydu. Aynı yılın Eylül ayında, Alman bir sanat eğitmeni olan Renate Ramge ile yaşamını birleştirdi.

Artık tanınmış bir köşe yazarı durumuna gelen Eco’nun bir çok makalesi, Il Giorno, La Stampa, Corriere della Sera, La Repubblica, L’Espresso ve Il Manifesto gibi İtalya’nın büyük basın-yayın kuruluşlarında yer alarak okuyucuyla buluştu. Aynı zamanda akademik kariyerine devam etmek için 1964‘te Milan’a yerleşen ünlü edebiyatçı, gelen bir teklif üzerine, Floransa Üniveristesi‘nde Görsel İletişim Profesörü olarak ders vermeye başladı. 1966 senesinde ise, Milan Politeknik Okulunda, Göstergebilim Profesörü ünvanıyla kariyerini sürdürmek için Milan’a geri döndü. Aynı yıl yazdığı Le Poestische di Joyce: dall “summa” al “Finnegans Wake” adlı kitabını okuyucunun beğenisine sundu. Milan’da bulunduğu süreç içinde, işaretlerin anlamı ve gücü üzerine teoriler daha da ilerletmeye başlayan Eco, teorilerini satırlara dökmeye başladı. Yazarın bu anlamdaki ilk göstergebilim kitabı, 1968‘de paylaştığı “La Struttura Assente“dir. Eco’nun Ortaçağ estetiğine yönelik ilgisinin, gittikçe kültürel değerler ve edebiyat gibi daha çok insanın buluşabildiği ortak paydalara doğru dönüşüm göstermesiyle birlikte, yazar daha sonra, göstergebilim felfesini bu dallar üzerinde yeniden şekillendirerek, La Struttura Assente’yi tekrar düzenleyecek ve 1976‘da “A Theory of Semiotics“i yazacaktı.

1971 senesinde, Bologna Üniversitesi‘nde yine Göstergebilim profesörü olarak dersler vermeye başlayan Eco, teorilerine ve felsefik düşüncelerine sağlam bir altyapı oluşturma sürecine girdi. 70’li seneler boyunca, işaretlerin düşünsel çözümlemeleri ile alakalı teorilerini devamlı geliştirerek, bunlar üzerine bir çok kitap yazdı. 1973 senesinde, birtakım gazeteler için kaleme aldığı makalelerden “Il Costume di Casa” adıyla yine bir derleme kitabı oluşturdu. 1974 yılına gelindiğinde, başkan yardımcılığını yürüttüğü Uluslararası Göstergebilim Öğretileri Derneği için ilk defa bir konferans düzenleyen ünlü edebiyatçı, bu öğretinin, diğer bilim dallarının amaçlarına yönelik eleştirel bir bilimsel davranış şekli olduğunu dile getirdi ( 1979‘da bu konferansta değindiği mühim konulara ilişkin söylemlerini kitap haline getirerek, A Semiotic Landscape adıyla paylaştı). Bu çalışmalardan sonra, 70’li senelerın sonlarında bir göstergebilim profesörü olarak ünlenen Eco, bilimsel kariyerinden roman yazarlığına doğru hiç umulmadık radikal bir dönüşüm gösterdi.

1980 senesinde, işaretlerin sırrıni, yaşamlarımızdaki karmaşık varlığını, kurgusal; fakat açık bir dille vurguladığı ve polisiye roman türünde işlediği “The Name of the Rose” (Gülün Adı) adlı çalışmasını paylaştı ve eser dünya çapında muazzam bir yankı uyandırdı. Eco’nun bu romanı yazmaktaki amacı, göstergebilime duyduğu ilginin şekillenmeye başladığı zamandan beri tuttuğu notları, paylaştığı makaleleri ve bir çok çalışmasını bütünleştirerek; bu bilimi, Ortaçağın egzotik havası içinde geniş kitlelerin bilgisine sunmaktı. Sözkonusu amaca ulaşmaktaki en verimli aracının da, roman türünde yazılmış bir kitap yer alacağını düşündü. Alt-türün polisiye olmasının nedeni ise, işaretlerin sırrıni okuyucuya tam anlamıyla yansıtabilmekti. Günlük hayattaki bu izleri, fakat analitik bir bakış açısıyla görebilirdik; zira esrarengiz olan da buydu. Zaten kitabın adındaki “gül” de sembolik bir figürdü ve kısa ama zengin bir anlatımı ifade ediyordu. Kısacası Gülün Adı, çağdaş ve sade söylemlerle Ortaçağ döneminin sırrıne ışık tutuyordu. Roman, edebiyat dünyasında da büyük beğeni aldı; çok olumlu eleştiriler aldı. Bundan sonra, Umberto Eco adı, yalnızca bilimsel ve akademik bir anlam taşımayacak; yazarın ünü tüm dünya edebiyat çevrelerince zikredilir hale gelecekti ( Yayınevi yalnızca otuzbin kopya satmayı bekliyordu; fakat roman dokuz milyon kopyalık bir satış rakamına ulaştı). Günümüzde dahi etkileri sürmekte olan kitabın bir çok dile çevirisi yapıldı ve Eco roman yazarları camiasına çok saygın bir halde girmiş oldu. Romanın bu beklenmedik başarısı, edebiyatçının ülkeler arası bir yazar kimliği edinmesini sağladığı gibi, medyanın ve dünya kamuoyunun da ilgisi birden üzerine çekildi. Ardından, Fransız film yapımcısı Jean – Jacques Annaud romanı, aynı adla film konusuna uyarladı ve 1986‘da beyaz perdeye aktardı. Filmde Sean Connery, F.Murray Abraham ve Christian Slater gibi ünlü oyuncular rol aldı. Ancak dikkat çekmekten pek hoşlanmayan Eco, bu yapımda emeği olmadığını altını çizerek medyanın ilgisinden uzak durmayı seçti ve bu arada akademik çalışmalarına devam etti.

Eco, Semiotics and The Philosophy of Language (1984) ve The Limits of Interpretation (1991) gibi akademik ve bilimsel çalışmalarına da devam etti. 1986‘da yayına giren “Art and Beauty in the Middle Ages” (Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik) adlı çalışmasında yazar, Ortaçağ kültürünün farklı evrimlerini klişelerden uzak, gerçekçi bir bakış açısıyla yeniden ele alarak, dönem bireylerinın sanat ve güzelliğe ilişkin estetik anlayışlarını orataya koymaya çalıştı.

Gülün Adı’nın fikirlerini ve iletmek istediği mesajları tam anlamıyla yansıtmadığını düşünen Eco, başka bir roman yazmaya koyuldu. Edebiyatçının 1988‘de yayına giren ikinci romanı “Foucault’s Pendulum” (Foucault Sarkacı) yine büyük bir başarıya imza atarak, Eco’yu, dünyanın mühim roman yazarları içerisinde üst sıralara yerleştirdi. Bu çalışmasında ünlü edebiyatçı, irrasyonel düşüncenin Ortaçağ’a uzanan felsefik – tarihsel sürecini ele almış; pozitif bilimlerin gelişmesine katkıda bulunan, ama hep geride kalmış olan gizli bilimlerin varlığından bahsetmiştir. Romanın başarısının sonrasında, 1992‘de “How to Travel with a Salmon” (Somon Balığıyla Yolculuk) derleme kitabını yayınlayan Eco, militanizm, bilgisayar jargonları, futbol fanatizmi, jet-mail, fax makineleri gibi bir çok yeniçağ kavramını, tarih – bilim ve insan döngüsünde eleştirel bir ironiyle konu ettiği yazılarını bir araya getirdi.

1994‘te, yazarın üçüncü roman çalışması “The Island of the Day Before” (Önceki Günün Adası) yayınlandı. Aslını söylemek gerekirse Eco, öyküsel kurgusu olan başka bir kitap daha yazma niyetinde değildi. Ancak “katışıksız doğa” hakkında yazmak istedikleri kendiliğinden hikayesel bir nitelik kazandı ve tabi ki yine tarihin farklı zamanlarında üç boyutlu bir anlatımla yaşandı. 1997‘deki Kant and the Platypus adlı bilimsel – felsefik deneme çalışmasında Eco, algılarımızın ne kadarının bilişsel idrak yeteneğimize, ne kadarının da dilbilgisi kaynağımıza dayandığını Blaise Pascal, Aristotales, Martin Heidegger gibi düşünürlerin öğretilerinden yola çıkarak çözümlemeye yöneldi. 1995‘teki “The Search for the Perfect Language” (Kusursuz Dil Arayışı) kitabıyla ünlü edebiyatçı, iletişimin temeli olan dillerin çokluğu ve farklılığının, aslında iletişim gücümüzü sınırlandırdığı düşüncesini, Babil Kulesi’nin Tanrı’nın lanetiyle yıkılması neticesinde ortak dili kullanan bireylerin dilde de ayrışmasını efsanesini baz alarak açıklamakta; “Kusursuz dil” hayalinin gerçekliğini de sorgulamaktaydı.

2000 yılına gelindiğinde, inanç sistemlerimizi sorguladığı “Belief or Non-Belief?” (İnanç ya da İnançsızlık Yüzleşme) gibi yazarın daha ziyade eleştirel yönünü; yine kusursuz dil ütopyasına değindiği “Baudolino” gibi düşünsel yönünü açığa çıkaran yapıtlarını paylaştı. En son, 2004‘te beşinci romanı olan “La Misteriosa Fiamma Della Regina Loana” (Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi) ‘yı kaleme aldı.

Döneminin mühim düşünürlerinden biri olarak kabul gören Eco’nun ülkeler arası oranda birden fazla ödülü ve İtalya, Almanya, Fransa’dan devlet nişanları ve şövalye unvanları mevcuttur.

Ortaya koyduğu çok yönlü yapıtlarla bir çok ödüle layık görülen Eco’nun arşivinde ağırlığı olanlar, Strega, Viareggio, Anghiari, Medicis ve McLuhan Teleglobe ödülleri olarak sayılabilir.

Umberto Eco, içinde 30.000’den fazla kitabın bulunduğu geniş bir kütüphaneye sahip olan Milan’daki evinde yazın çalışmalarına devam etti. Bir kız ve bir erkek çocuğu olan saygın edebiyatçı, Bologna Üniversitesi‘nde İletişim Bilimleri Programı’nda eğitmenlik görevini sürdürdü ve haftalık yayına giren L’espresso‘da köşe yazarlığı yaptı. Günde birkaç paket sigara içen Umberto Eco, gece geç saatlere kadar çalıştı.

Bir süredir kanser nasıl tedavi edileceği gören Umberto Eco, 19 Şubat 2016 tarihinde İtalya, Milano‘da kendi evinde 84 yaşında yaşamını yitirdi.
Kaynak:Bilgisayfam.net

bestnich altyazılı porno porno nulled script